Artık Doğada Çalışıyoruz; Sizlere bu mini kitabımızda OfficeYard A.Ş. kurulmadan önceki ve kurulma döneminden bahsedeceğiz. Her işin zorlukları ve tatlı bir hikayesi vardır. Girişimciliğin hayatımıza etkisi, başımızdan geçenler, krizi fırsata çevirme vs. biz de bunlara değinmeye çalıştık.
Hayatımızda yeni bir kavram olan “Doğada çalışma” bu zamana kadar nasıl kapalı ortamlarda çalışmışızı (artık gerek var mı) düşündüren yeni bir sistem ve konsept.
Kısaca uyanma vakti geldi, sizleri çalışmak için doğaya davet ediyoruz.
Çalışma Ofislerinizi yeniden hayal edin!
Doğaya Nasıl Zarar Veriyoruz
Doğaya Nasıl Zarar Veriyoruz; İnsanların doğa ile etkileşimleri 2017 yılında yapılan keşiflerle 300 bin yıl geriye kadar gittiği görülmüştür. Epeyce uzun bir süre. O geçen sürede doğaya karşı yapılanların kaydını tuttuk mu ya da yazılı bir şeyler var mıdır? Ya da doğa bizler için ne yaptı.
Benim aklıma, yapılan ufak araştırmalarla bir şeyler geliyor. Gelen fikirlerin bende düşündürdüğü, doğaya verdiğimiz zarar, doğanınsa bize her ne koşulda olursa olsun insana kattığı değer. Doğa koşulsuz sevgiyle bize davranıyor. Kimileri umursamadan kırbaçlıyor, kimimizse bazılarının verdiği zararları bizi affet doğa dermişçesine yardımda bulunmaya çalışıyor. Yakın zamana baktığımızda Ülkemiz için 2021 yılı 28 Temmuz günü 49 ilde çıkan 299 orman yangınında* yüzbinlerce hektar orman ve yerleşim yeri yandı, insanlar yurtlarından oldu, on binlerce hayvan öldü. İçler acısı. Hatırladınız değil mi, unutmamak elde değil.
8 Ağustos 1930’ da Mustafa Kemal Atatürk’ ün bir ağaç için Yalova’daki koca köşkü kaydırmasını biliyor musunuz? Bizlerse yapılar için ormanlarımızı yeşil alanlarımızı yok ediyoruz. Bilinçsizce yapılan davranışlar, umursamazlık, vizyonsuzluk ve cahillikle geleceğimizi yok ediyoruz fark etmediniz mi? İstanbul gibi büyük şehirde yaşayanlar doğanın güzelliğini daha iyi bilir, neden? Çünkü dünya genelinde 34 büyük şehir arasından İstanbul, yeşil alanların varlığının yaşam alanlarına oranı %2,2 yle son sıradadır.*
Doğanın bizlere kattığını düşünmeden son sürat yok etmeye devam ediyoruz. Doğa bizi sakinleştirir, oksijen sağlar, mutluluk verir, stresimizi yok eder, yaratıcı düşünmemizi sağlar. Bu şekilde yok etmeye devam edersek elimizde bir şey kalmayacak. Neil deGrasse Tyson “Eğer bir başka gezegeni Dünya’ya dönüştürecek gücümüz varsa; o zaman Dünya’yı da eski Dünya haline getirmeye gücümüz var demektir.” demiştir.
Biz insanların her şeye gücü yeter, bizler için imkânsız diye bir şey yoktur. Sadece bilmemiz gereken bilinçlenmemiz gereken yerler işimize gelmiyor. Yarın öbür gün bizler olmayacağız, ama çocuklarımız ve onların çocukları yaşamaya devam edecek. Betonların içerisinde, binaların içerisinde stres dolu bir hayatları olsun mu istiyorsunuz. Yoksa elimizde olan imkânları boşa harcayarak her şeyi yok etmek mi. Siz karar verin. Şu an hemen gidip ağaç dikelim diyebilirsiniz. Yapılanları geriye dönüp düşündüğünüzde bu zamana kadar doğaya nasılda acımadan davranılmış değil mi. Doğa sizi affedecek mi, bu gidişle hayır. Hiçbir zaman doğa önünde gücümüz yetmeyecektir.
İnsanlar neden bilinçli şekilde davranmıyor? Eğitim seviyesiyle mi alakalı, bence değil. Şehirlerden uzakta kırsal kesimlerde yaşayan insanlar doğayı çok da güzel kullanıyor, onu anneleri, atası olarak görüyor, sevecen yaklaşıyor.
Kırsalda yaşayanlar eğitimsiz, bilinçsiz insanlar demiyorum. Onlar doğadan aldıkları faydaları çok iyi biliyorlar, kendilerine kattıklarını çok iyi biliyorlar. Topraklarını ekmeyi, biçmeyi çok iyi biliyorlar. Doğaya zarar verenlere ise protesto edip, yapılmaması gerektiğini hatta ön görülerini, yapılacakların nelere etki edeceğini çok iyi biliyorlar. Şehirden gelmiş, patron göbekli tek bildiği para olan insanlar bunları düşünür mü? Tabiki hayır. Onun yaşadığı çevrede zaten doğa yok, kentten gelmiş, görmüş geçirmiş olduğundan(!), en iyi okullarda okuyup en iyisini kendisinin bildiğini düşünerek para kazanmanın yollarını aramaya devam ettiğinden zarar literatüründe dahi değil.
İnsanın doğayla buluşması 300 bin yıl geriye gittiğini biliyoruz. Doğa bize o kadar zamandır ev sahipliği yapıyor. Karşılık bekliyor mu, beklemiyor. Ne kadar iyi davranılırsa, sevilirse, sayılırsa fazlasıyla ileriye dönük nimetlerini seninle paylaşıyor. Unutmayalım insanoğlu doğadan gelip geçici. Bizden sonra gelecek olan nesilse yabancılar değil ya da başka bir millet değil. Yine bizim soyumuz, yine bizim milletimiz.
Kendinizi gelecek zamanda var olduğunuzu düşünün. Geçmişte yaşayanlar neler yapmış, vay be, ne kadar pisliklermiş demezler mi. Empati yapmaya çalışıyorum. Çünkü Cumhuriyet tarihimize baktığımızda geçmişte başarılanlar, yoktan, yokluktan nerelere kadar gelmişiz görüyoruz. Hepsinin altında yatan bilinç ve inanmışlık var.
Haberlere baktığınızda miras yiyen kuşakların atalarının bin bir zorlukla kurduğu fabrikaları, yaratılan istihdamları 3 kuruş için nasıl birkaç ayda yok ettiklerini biliyoruz. Kanıtları çok, burada değinmeme gerek yok. Doğaya yapılanlarda benzer değil mi. Konular aynı, yaşanılacak olan sonuçta aynı. Karşılaştırmaların boyutları pireyle deve olduğundan etkilerini bizler değil, bizden sonraki nesillerimiz görecek.
Dünya iklimi her geçen sene daha da ısınıyor. Sanayi devriminden bu yana ortalama sıcaklık 2 derece kadar yükseldi bile. O dönemden bu döneme geçen sürede az bile ısınmıştır. Son 20 senedeki teknolojik gelişmeler insanların varoluşundan bu yana ki gelişmelerine göre binlerce kat daha fazla. Yani ısınma kat sayımızda bir o kadar fazla olacaktır.
Burada ısınmanın neden olduğu sorunsa karbon ayak izimiz oluyor. Karbon ayakizi; Küresel ısınmadan kaynaklı iklim değişikliği yaşadığımız dönemde en önemli sorunlardan biridir. Küresel ısınmaya neden olan Sera gazları ise yaşayan gezegenimizin ve bizlerin ortaya koyduğu faaliyetler sonrası ortaya çıkan aslında gezegenimiz için faydalı olan bir gazdır. Her şeyin fazlası zarar derler ya, evet doğru. Sera gazları güneşten gelen ısıyı dünyamızda tutmaya yarar. Evet, çoğu insan sıcağı sever ama her şeyin dengesi olduğu gibi sıcağında bir dengesinin olması gerekiyor. Sıcaklık artması iklimlerin değişmesi ve tüm canlıların yaşamını tehdit eden seviyelere yükselmesini neden oluyor. Vücut ısımızın 1 derece oynaması bizleri ne hale getiriyor bir düşünün.
Günümüzde Ülkemizdeki en yakın felaket örneği Marmara denizindeki Müsilaj. Sıcaklığın bir, iki derece oynaması sudaki oksijenin azalmasını sağlayarak bakterilerin cirit atmasına neden oldu. Bir iki derece Marmara denizini o hale getiriyorsa dünyayı bir düşünsenize. . Farkında olmadan kim bilir müsilaj dışında neler oluyordur.
1700 lü yıllarda sanayi devriminin başlaması, 1900 lü yıllarda sanayinin gelişmesi, günümüzde de son 20 yılda teknolojinin devasa şekilde gelişmesi artan enerji ihtiyacını katlayarak arttırmıştır. Kömür, petrol gibi fosil yakıtların kullanımının artması da sera gazı oranını katlayarak çoğaltmıştır. Böyle giderse insani faaliyetler yüzünden artan sera gazı oranı azaltılmazsa 2100 yılına kadar Dünyanın ortalama ısısı 1,4 – 5,8 derece şu ana göre daha da artacaktır.*
Ülkemiz elektrik üretiminin %45,9 u doğalgazdan, %25,3 ü kömürden, %24,5 i hidrolik kaynaklardan, %2,5 sıvı yakıtlardan, %1,87 rüzgârdan ve jeotermal yenilenebilir enerji kaynaklarında üretmektedir. Gelelim tüketimlerine; 1kWh elektrik üretirken dünyaya 430 gr karbon salınımı yapılıyor. (1 kWh = 1000 watt) yani 2000 watt’ lık bir ütünün çalışması 1 saatte 860 gr dünyaya karbondioksit salıyor. Çalışma hayatımızda ofislerdeki bilgisayarlar, projeksiyonlar, ısınma veya soğutma için çalışan klimalar, yazıcılar, TV’ ler… bir günde milyon tonlarca karbon. 1 yılda Kişi başı sera gazı emisyonu 1990 yılında 4 ton CO2, 2018 yılında 6,4 ton CO2 ve 2019 yılında 6,1 ton CO2 * olarak hesaplandı.
Bu değerleri daha da düşürebiliriz. Bu bizim elimizde olan bir şeydir. Bu anlatılanlar ekolojinin, doğal enerji kaynaklarının, sürdürülebilirliğin ne kadar önemli bir konu olduğunu anlatır niteliktedir. Doğanın nimetlerinden geç olmadan faydalanmak gerekir. Yani doğadan uzaklaşmak oldukça zor.
Doğanın insana kattığı faydaları da düşünürseniz, Tatillerde neden sürekli deniz kenarlarına ya da doğal ortamlarda zaman geçirme isteğimiz var. Çünkü doğa bizi rahatlatır, stresten uzaklaştırır, huzur bulmamızı sağlar, sessizliğiyle veya söylediği melodilerle bizlerin huzur bulmasını sağlar. Yok etmeyi değil, sürdürülebilirliği hedef almamız gerekiyor.
Çevresel Sürdürülebilirlik, insanların ihtiyaçlarına karşılık verebilmesi için çeşitliliğin arttırılması ve üretimin devam etmesi, aynı zamanda da insan yaşamının daimî hale getirilmesidir. Yani kendi ihtiyaçlarımız için gelecek nesillerin ihtiyaçlarını görmezden gelmeden sürekliliği devam ettirebilmektir.
Yüzlerce asırdır dünyada olmamıza rağmen sürdürülebilirlik kelimesi ile 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun paylaşmış olduğu “Ortak Geleceğimiz” isimli raporuyla tanıştık.* Çok yeni bir kelime sayılır. Sürdürülebilirlik nasıl olur; doğanın sunduğu kaynakları yine doğanın kendisini yenilemesi ile olur. Yine her şey bizlerin doğayı korumasına bağlanmaktadır.
Gelişen teknoloji, sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı (Ülkemizin 2020 yılı nüfusu 83,6 milyonu aşmış olup, 1960 yılında bu rakam 27 milyondu*) gibi nedenlerle yenilenemeyen kaynakların hızla tüketilmesi bizim dışımızda canlı ve cansız varlıkları yok etmemiz biyoçeşitliliğe zarar vermemiz, havayı, suyu kirletmemiz gibi nedenler sürdürülebilirliği azalttığı gibi doğaya da büyük zararlar vermektedir. Doğadan var olduk, doğanın bizi kucakladığı gibi bizler neden kucaklamıyoruz. Doğanın canlılara olan ruhsal ve psikolojik faydalarını biliyoruz, bizim niye ona karşı bir faydamız dokunmuyor. Neler yapabiliriz konularında ise “bilinçli tüketim” en önce gelen cevaplar arasındadır. Plastik atıklar yerine sürekli kullanılabilir araç ve gereçlerin kullanılması bir adımdır.
Doğadan verimli şekilde faydalanmalıyız. İnsanlar özellikle kentlerde ihtiyaçlarını karşılayabilmek için özensizce davranabilmektedirler. Ulaşım konusunda yollarda bir kişinin kullandığı arabalar, gereksiz yere su harcamaları, evlerinde yanan gereksiz ampuller bunların hepsi farkında olmadan doğayı etkileyen unsurlardandır. Pek de sürdürebiliyormuşuz gibi durmuyor. Ufak adımlar atmak, üşenmeden temel ihtiyaçlarımız doğrultusunda hareket etmek çok faydalı olacaktır.
Dayanışma Gücü
Dayanışma Gücü; “Birlikten kuvvet doğar”, “Damlaya damlaya göl olur” her şeyi özetliyor. İnsanların bilinçlenmesi ve çevresine de aynı şekilde ilham vermesi gerekmektedir. Günümüz iş hayatının sosyal medyasına bakıldığında çevresel ve sosyal kriterlere dikkat eden bilinçli kurumların sayısı giderek arttığını görüyoruz (215 Şirketle yapılan ankette sonuçlar %62 oranında sürdürülebilirlik strateji olduğu yönünde*). Emekleyerek ilerleniyor gibi gözükse de biraz yol aldığımızı düşünebiliriz. Etkilerimiz küçük olabilir yine de bir etkimiz olduğunu unutmayalım.
Çoğu şirket günümüzde akıllı binalarla çevreye karşı olan duyarlılığını göstermek istiyor. Nedir akıllı bina; güneşin doğuş ve batışının hedef alan ve maximum ışığı alabilmek için bina tasarımını, camların tasarımını güneşe göre konumlandırıyor. Gereksiz yere ışık yakmama, muslukların başına hava ile etkileşime girerek daha az su akmasını sağlayan pille çalışan sensörlü çeşmelerin kullanımı, ısınma ve soğutma sistemlerini belli seviyede tutabilecek akıllı sistemler gibi uygulamalarla denemeye çalışıyorlar. Tabi bina büyük olunca akıllı da olunca maliyetler devasa rakamlara ulaşabiliyor. Her firma bunu yapabilir mi. Yapamaz ya da yapmak istemeyebilir. Çevremizdeki fabrikalara baktığımızda yeterli filtrelerinin olmadığını içine girmeden dışardan görmenizle bile anlayabiliyorsunuz. Çevreye yaydığı pis koku ya da filtreden geçirmeden atıklarını nehir kenarlarına bırakarak sudaki oksijeni yok ederek canlıların ölümlerine neden olmaları çok acımasız. Dur demek istiyorsunuz ama gücünüz yetmiyor. Kontrol sistemi zaten yok gibi ya da varsa geceleri ortaya çıkıyorlar ki bizler göremiyoruz. Bu olaylar sadece çevreye zarar vermekle kalmıyor, doğal yaşamı da etkiliyor. Canlıların o bölgeleri terk etmelerine ya da ölümlerine neden oluyor. Ekosistem bozuluyor. Besin zinciri yok ediliyor. Bizler kendimize konforlu yaşam alanları yaratmak istiyorsak başka canlılarda aynı şekilde kendilerine doğada yaşam alanları oluşturmak istiyorlar ama elde edemiyorlar.
Toprağı canlı tutmak yine bizim elimizde, en büyük ve doğayı etkileyebilen canlı türü insan olduğundan bunu sağlamak yine bizlere düşüyor. Toprakta yaşayan ve bizlerin görmediği canlı türlerine bakılırsa 1 dönüm alanda 30 40 cm toprak zemininde onlarca ton bakteri, tonlarca solucan, mantarlar ve diğer habitat cinsleri yer alır. Göremiyoruz ama bastığın yerleri toprak diyerek geçme! Bir düşün. Ailemizle, çevremizle, komşularımızla, iş arkadaşlarımızla ortak kullandığımız alanlar mevcuttur. Onlar laf etmesin diye temiz bırakmak veya onlara karşı mahcup olmamak için nasıl gereğini yapıyorsak aynı şeyi kimsenin görmediği zamanlarda da yapmak gerekmiyor mu? Tabi bu işler doğayı pisleterek olmuyor. Her atılan çöpü doğada ayrıştırmak için sürekli çalışan bir sistem var ama doğayı ve o mikro canlıları yok ettiğimizden doğada bir zaman sonra kendini yenilemeyecek bir hale gelecektir.
Aile ve Kuşaklar
Aile ve Kuşaklar, İnsanların çalışma hayatlarına geldiğimizde geçmişten günümüze; hayatta kalmak için, barınmak için, sosyalleşmek için bir dolu serüven girişimlerde bulunmuşlardır. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Yalnız başına kaldığında bir süre sonra bunalıma girebilmektedir. İnsan konuşma isteği duyar, duygularını düşüncelerini paylaşmak ister, etkileşim içinde olmak ister. Bunalıma girenlerin çoğu yalnız kalmaktan kaynaklanmakta ya da yeteri kadar sosyalleşemediğinden. Bu yüzden aile yapılanması kavramı ortaya çıkmıştır. Geçmişte hayatta kalmak için yardımlaşma ihtiyacından kümelenen insanlar günümüzde de aynı sebeplerle aileler oluşturmaktadırlar. Yani atalarımızla benzer yönlerimizin olduğunu halen görebiliyoruz.
Gelişen teknoloji ve sanayi devriminden sonraki iş hayatının gelişmesine yönelik insan gücüne önem veren bir yapı ortaya çıkmıştır. Her geçen günde bu sistem insanların ihtiyaçlarından fazlasını karşılamak özgür ve rahat ortamlar yaratmak için sürekli güncellenmektedir. Yani bakıldığında bu durum lüks değil bir ihtiyaçtır.
Ofis kavramlarının çıkmasıyla insanlar daha modern bir çalışma ortamına geçiş yaptı ama ofislerin gelişmesi hayattaki teknoloji gibi diğer etmenlere bakıldığında bazı şeyler göz ardı edilmiş gibi durmaktadır. İnternetin var olması ve mobil olarak kullanılabilen bilgisayarların ortaya çıkmasıyla insanlar farklı ortamlarda çalışma ihtiyaçlarını fark etmişlerdir. Bunu yine iş yeri ofisleri içerisinde farklı ortamlarda yaparak gerçekleştirdiler. Yani o tabu kırılamamış gibi duruyor. Yenilikçi firmalar bu söylemlerin dışındadır. İnsanlar, rutinlerinin dışına çıkmalı, farklı deneyimler edinmelidir. Kısacık ömründe ne kadar çok çeşitlilik yaparsa çevresine de katacağı bir o kadar çok konusu olacaktır. Yani deneyimleriyle tecrübelenecektir.
Çoğu insan farklı insanlardan hikayeler duymayı sever. Bunlar bir olay olabilir, yaşadığı olaylar olabilir ya da bir konu hakkında bilgisini farklı insanlarla paylaşımı olabilir. Düşününce sürekli aynı işi yapan bir insandan ne duymayı beklersiniz ki. Sosyalliğinize bir katkı sağlayabileceğinizi düşünemezsiniz.
X kuşağı yetişkinlerimize baktığımızda döneminden kaynaklı çoğunun sürekli garantici bir yapıları olduğunu biliyoruz. Dönemin teknolojileri ve imkanları bunu gerektiriyordu. Sonrasında Y kuşağı gençler ve teknolojik olarak onların bir level üstü Z kuşakları. Y kuşakları iki kuşak ortasında kalan ve iki kuşağa da ayak uydurabilen gençler farklı ortamlarda çalışma ve hayatta yenilikçi olma konularında X kuşağından çok daha farklı yapıya sahiptirler. Garanticiliğin önünde daha çok farklı girişimlerde bulunma ve daha çok sosyalleşme gibi özelliklere sahipler. Şu an için birçok yeniliği çıkaran kuşakta Y kuşağıdır. İmkanlar gereği diğerlerine göre ortak bir bilince sahipler. Ne garantici ne de Z kuşağı gibi uçuk. Yine de Y kuşağı aileleri gereği yenilikte bulunma gibi girişimlerde bulanamayabiliyorlar. Çünkü ailelerinin garantici kimlikleri ister istemez kendilerine de bulaşıyor.
Örnek vermek istersek, Y kuşak gencin istediği bir işi yapmasından çok ailesinin baskısıyla sigortalı bir işte çalışması daha yatkın. Herkes bir değil tabi. Ama baskıcı ailelerde ya da imkânı olmayan gençlerde ne gibi cevherler çıkabileceğini kimse bilemiyor. Gizli gizli iş girişiminde bulananlar hariç. Z kuşağına bakıldığında ise bu gençleri tutabileceğimizi hiç düşünmüyorum. İlerde teknoloji her şeye hâkim olacağından ve Z kuşağı gençlerde teknolojiye herkesten çok hâkim olduklarından onların dilinden anlamamız zor olacak. Baskıyla yetişmeyeceklerini çevremizden de görebiliyoruz.
Y kuşağının elini işlerden çektiği şu dönemlerde gençlere kalacak olan iş yaşamında ne gibi değişikliklere gidileceğini düşünebiliyor musunuz? Garanticilikten çok verilerin okunabildiği, değişik ortamlarda çalışabilecekleri, verilerle iş geliştirme yapabilecekleri, teknolojiyi işlerine adapte edebilecekleri, farklı disiplinde insanların bir araya gelerek işlerini geliştirebilecekleri ortamlar geliyor aklımıza. Hatta verilerin önemini günümüz petrolü diyerek te önemleştirebiliriz.
X kuşağı insanların anlattıklarına göre geçmişte yaşanılan ortamlara baktığımızda özenmiyor da değiliz. Aile olarak farklı kültürlerde oldukları, birbirlerine güvendikleri, sağlam bir dayanışma içinde oldukları, sürekli bir yardımlaşmanın olduğunu anlatır dururlar. Y kuşakları birazda olsa bu konularda şanslı çünkü bir kısmını yaşabildiler. Başka ailelere karşı arkadaşlık duyguları dışında çevreleriyle olan bilinçlerinin de farklı olduğunu görebiliyoruz. Sanki o dönemlerde her yerde iş bulunabiliyordu gibi geliyor. Çünkü o dönemlerde şuandaki gibi ülkemiz nüfusunun %30 u tek bir şehirde toplanmamıştı. Fırsat gören ya da fırsat yakalayabileceğini düşünen herkes büyük kentlere göç etmeye başladı ve günümüz problemleri yavaş yavaş doğmaya başladı. Sancılı dönemlerde öyle.
Büyük kentlerde 100 yıldır önüne geçilemeyen şehirleşememe planları, çarpık bir kentleşmeyi ortaya çıkardı. Alt yapı sorunları, kalabalık, insanların ihtiyaçlarına cevap veremeyen doğa, kalabalıktan kaynaklı eğitim sistemindeki zorluklar… yani problemleri gözünüzün önünden geçirebilir misiniz?
Bir yandan iş yaşamı, bir yandan çocukların okulu, bir yandan trafik, bir yandan apartmandan atılan adımla başlayan kaos, gürültü, hava kirliliği, alt yapı sorunları, stres. Bunlar insanların rutinleri haline geldi. Büyük şehirde yaşayan insanlar evrimleşerek artık bu sorunlara göz yumar oldu ve şehrin enerjisine kendilerini kaptırarak düşünemez hale gelmiş gibiler. Yaşayan zombiyiz. Doğadan uzağız.
Hani doğadan gelmiştik, hani doğadan uzaklaşamazdık. Çevrenizde yeşil alan görebiliyor musunuz? Bir dere, su birikintisi, kuş sesleri, doğal yaşam. Neredeler? İşe giderken yanından geçtiğiniz yerleri saymayın, oralarda vakit geçirebiliyor musunuz? Yaşam mücadelesinden kaynaklı senede 2 hafta tatil.
Hemen yeşile koşmanın ya da yaşadığınız şehrinizden uzaklaşmanızın derdine düşüyorsunuz. Çünkü kent sizi bunaltıyor. Kalabalık, gürültü, kaos sizi bunaltıyor. Halen daha en ufak alanlara bile bina dikme isteğiyle ufacık kalan park bahçeleri, insanlara çok gören bir insan bilinci mevcut. Herkesin kronik düşüncelerinden biri, “emekli olsam da şu büyük kentten uzaklaşıp köye yerleşsem” düşüncesi. Y kuşağını şimdiden kapladı bile. Metropoller dışında iş bulmak imkansızmış gibi insanlar gelmeye devam ediyor. Kapasite ne zaman dolacak bilmiyoruz. Doğa ne zaman dur diyecek bilmiyoruz. Bekleyip göreceğiz.
Kentlerde yaşamı kolaylaştırmak ve kafalarını dağıtmak için insanlar her fırsatta yakın çevrelerinde yer alan doğa parklara ya da ormanlara kaçıyorlar. Günlük olarak streslerinden uzaklaşıp, aileleriyle hoş vakit geçirip, motive olup rutin işlerine geri dönüyorlar. Doğanın gücü burada ortaya çıkıyor. Bir günlük bir terapi ile insanlar streslerinden uzaklaşarak motive oluyorlar. Doğal ortamlar ve nehir kenarları insanlarda doğal bir etki yaratarak rahatlamalarını sağlıyor. Doğanın gücü hiçbir zaman hafife alınmamalı. Doğa bizim dostumuz, evimiz, ortak alanımız.
Kentlere yakın yerlerde köylerin dışında ekolojik köy yapılanmaları da mevcut. Ekolojik olarak doğaya fayda sağlamayı amaçlayan topluluklar. İhtiyaçlarını kendileri karşılayarak dışarıya bağımlı olmadan kendilerini idame ettirebiliyorlar. Şehirlerde insanların çalışarak maddi bağımsızlıklarını sağladıkları gibi bu ekolojik köylerde her şeye karşı bağımsızlıklarını kazanarak yaşamlarını idame ettiriyor. Her şey doğal, köy yaşamı, çevresel duyarlılık mevcut, ektikleriyle kendilerini doyurabilen bir toplum. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Yaşaması keyifli, şehir olumsuzluklarından uzak, ihtiyaçları doğrultusunda yaşamlarını devam ettiren sistem. Bu köylerde insanların görev bilincinin olduğu, iş yaşamındaki gibi her insanın tek bir ya da birkaç sorumlu olduğu alan yok. Birinin bir işi söylemesiyle hareket edilmiyor. Bir yerde bir ihtiyaç varsa görüp halletmek temel prensip. Bu insanlarda çevresine karşı olan sorumluluklarının olduğunun ispatıdır. Doğayla etkileşim içinde olmak her insanın ihtiyacı.
Özetle Ekolojinin, doğal enerji kaynaklarının, sürdürülebilirliğin ne kadar önemli bir konu olduğunu ispatlar niteliktedir. Doğanın nimetlerinden geç olmadan faydalanmak gerekir. Doğanın insana kattığı faydaları da düşünürseniz, bilgisayarlarınızı da alıp ekolojinin olduğu ihtiyaçlarını doğadan sağlayan bir çevreye giderek orada çalışmaya başlayın. Binalardan uzaklaşın.
Doğada Çalışma Modeli
Doğada Çalışma Modeli; İş yaşamlarını böyle sisteme nasıl adapte ederiz ya da edebilir miyiz? Gelişen iş yaşamıyla birlikte ve gelişen mobil teknolojilerle birlikte insanlar ofislere ihtiyaç duymadan çalışabilecekleri ortamlara sahip oldular. Hatta ileriye giderek hiç ofis kiralamadan ve ofis giderleri olmadan iş yaşamlarını sürdürebilir hale geldiler. İhtiyaçlarını ofis kiralama hizmeti sunan şirketlerden karşılayarak bir ofiste olması gereken tüm imkanlardan faydalanarak iş kariyerlerinde güzel işler yapıyor hale geldiler. Hem farklı disiplinde ve kültürde insanlarla tanışarak işlerine yenilikler kattılar, hemde sosyalleşerek çevre yapmaya başladılar.
Bu tesislerde ofiste ne varsa; örneğin, telefon, yazıcı, internet, mutfak, kargo imkânı, kasa ihtiyacı gibi hem tek başlarına çalışabilecekleri hem de ofis arkadaşlarıyla gruplar halinde kendi ofis alanlarında imkanlar sağlayarak şirketlerinde çalışır hale geldiler. Artık maliyetlerden kısarak gelirlerini arttırdıkları yeni sistemler gelişti.
Günümüzde yeni yeni duyulmaya başlayan bu sistemler çoğu insanın bir yere bağlı kalmadan işlerinin gittiği yerlerde ofis açma imkânı sunar oldu. Gelecekte de bu hazır ofislerin yayılarak üretim yapan iş yerlerinin dışında bütün ofislerin bu hale geleceği düşünülmektedir ve ön görülmektedir. Beğenmedin mi başka bir ofise taşın, güzel düşünce. İşlerinde bulunduğun ofiste yaratıcı olamadığını mı düşündün, başka bir ofis düşün. Hazır ofis olarak adlandırılan bu sistemde insanlar, iş dışında farklı aktiviteler yaparak tanışma imkanlarından da faydalanabiliyor ama maalesef sonuçta insanlar yine de doğadan uzaklaşıyor. 4 duvar arasında çalışmalarına devam ediyor.
Bu durum çoğu insanı rahatsız ediyor olsa bile insanların çıkılmaz bir sorunu haline geliyor. Plazalarda çalışan insanlar farkında olmasa bile ortak bir çalışma içerisinde bulunamıyor. Ekip çalışması ekip ruhundan uzaklaşıyorlar. Ekip ruhunu toparlayıcısı, senede birkaç aktivite yapılsa bile işlerinde daha başarılı olabilecekleri ortamlardan uzaklaşıyorlar.
Bu iki birleşimden yola çıkılarak; yani ekolojik köy ve paylaşımlı ofisler. Birleşiminden, günümüzde yeni bir ofis anlayışı ortaya çıkmıştır. Ülkemizde henüz örneği olmayan ve Ülkemizden çıkarak Global olacak ve tüm insanların hayatına dokunabilecek bir çalışma sistemi. Doğa içerisinde kurulan sistemle insanların hazır ofis ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri, laptoplarıyla sadece doğada çalışabilecekleri, toplantılarını yapabilecekleri, boş zamanlarında farklı kültürde ve disiplinde insanlarla etkileşim kurabilecekleri, ekip çalışmaları yapabilecekleri, doğaya karşı olan bilinçlerini arttırabilecekleri, kapalı ofislerden uzaklaşarak doğada olabilecekleri, gürültü, stres, kirli havadan uzaklaşabilecekleri, sabahları güne spor aktiviteleri ile başlayabilecekleri, isteyenlere konaklama imkanı sunabilecek ve sadece açık alan ofisleri sunan, tatil köyü havasından uzak, şirketlerin misafirlerini ağırlayabilecekleri, toplantılarını açık havada yürüyüş parkurlarında yürüyüş yaparak yapabilecekleri, ekip arkadaşlarıyla etkinlikler yapabilecekleri… ortamlar sunan bir sistem gelişti. Kulağa çok hoş geliyor değil mi. İnsanların kronik problemi haline gelen doğadan uzaklaşmalarına çözüm olarak hem iş yapabilecekleri hem de doğayla iç içe olabilecekleri bir sistem. Şehirden uzaklaşamasan bile şehre çok uzak olmayan, bir ayağının da şehirde olacağı uzaklıkta kurulan ve kurulacak olan tesislerde gününüzü hoş bir şekilde çalışarak geçirebilirsiniz. Hedef kitle olarak, beyaz yaka çalışanlar ve freelance çalışanları hedef alan sistemde yaş ortalaması ile anlaşabilecek jenerasyondaki insanları bir araya getirmeyi planlamaktadır. En yalın haliyle adımlarını atan “OfficeYard Ofis Hizmetleri A.Ş.” şirketi kısa zamanda gelişmeyi planlayarak daha çok insanın problemlerine yardımcı olmayı çözüm üretmeyi planlamaktadır.
Farklı şehir ve ülkelerde yayılmayı planlayan şirket aynı konseptle farklı şehirlerde de açılarak iş turizmine öncülük etmeyi planlamaktadır. Çalışanların ihtiyaçlarına göre farklı bölgelere yayılarak istenilen yerlerde farklı insanlarla çalışma imkanları ve tanışma fırsatı sunarak işlerini geliştirmeye yönelik bir yapı kurulmuştur. Coworking sistemiyle iletişimi güçlendirerek, iş sonrası aktivitelerle sosyalleşme sağlanacaktır. İnsanlarda etkileşim ve sosyalleşme bilincini yaratarak insanlar arasındaki bağları kuvvetlendirecektir. Bungalov tarzı ahşap yapılarda konaklayarak, odalarınızın verandasında laptoplarla çalışabilecekleri ortamlar yaratılmıştır. Farklı ofis konseptleri sayesinde çalışma alanlarına alternatiflerde sunabilmektedir. Biz tesisimizle yarattığımız ortamlarda kapalı ofisleri yok ediyoruz, kapalı toplantı alanlarını yok ediyoruz. Verimsiz çalışma koşullarını yok ediyoruz.
Çalışanları ve tesisinden faydalanmak isteyen herkesle aile olmayı planlayan OfficeYard, sağlam bir yapı kurarak insanların işlerinde gelişebilecekleri konularda yardımlaşma bilincini yaratarak fayda sağlamayı planlamaktadır.
İş yaşamlarını böyle sisteme nasıl adapte ederiz ya da edebilir miyiz? Gelişen iş yaşamıyla birlikte ve gelişen mobil teknolojilerle birlikte insanlar ofislere ihtiyaç duymadan çalışabilecekleri ortamlara sahip oldular. Hatta ileriye giderek hiç ofis kiralamadan ve ofis giderleri olmadan iş yaşamlarını sürdürebilir hale geldiler. İhtiyaçlarını ofis kiralama hizmeti sunan şirketlerden karşılayarak bir ofiste olması gereken tüm imkanlardan faydalanarak iş kariyerlerinde güzel işler yapıyor hale geldiler. Hem farklı disiplinde ve kültürde insanlarla tanışarak işlerine yenilikler kattılar, hemde sosyalleşerek çevre yapmaya başladılar.
Bu tesislerde ofiste ne varsa; örneğin, telefon, yazıcı, internet, mutfak, kargo imkânı, kasa ihtiyacı gibi hem tek başlarına çalışabilecekleri hem de ofis arkadaşlarıyla gruplar halinde kendi ofis alanlarında imkanlar sağlayarak şirketlerinde çalışır hale geldiler. Artık maliyetlerden kısarak gelirlerini arttırdıkları yeni sistemler gelişti.
Günümüzde yeni yeni duyulmaya başlayan bu sistemler çoğu insanın bir yere bağlı kalmadan işlerinin gittiği yerlerde ofis açma imkânı sunar oldu. Gelecekte de bu hazır ofislerin yayılarak üretim yapan iş yerlerinin dışında bütün ofislerin bu hale geleceği düşünülmektedir ve ön görülmektedir. Beğenmedin mi başka bir ofise taşın, güzel düşünce. İşlerinde bulunduğun ofiste yaratıcı olamadığını mı düşündün, başka bir ofis düşün. Hazır ofis olarak adlandırılan bu sistemde insanlar, iş dışında farklı aktiviteler yaparak tanışma imkanlarından da faydalanabiliyor ama maalesef sonuçta insanlar yine de doğadan uzaklaşıyor. 4 duvar arasında çalışmalarına devam ediyor.
Bu durum çoğu insanı rahatsız ediyor olsa bile insanların çıkılmaz bir sorunu haline geliyor. Plazalarda çalışan insanlar farkında olmasa bile ortak bir çalışma içerisinde bulunamıyor. Ekip çalışması ekip ruhundan uzaklaşıyorlar. Ekip ruhunu toparlayıcısı, senede birkaç aktivite yapılsa bile işlerinde daha başarılı olabilecekleri ortamlardan uzaklaşıyorlar.
Bu iki birleşimden yola çıkılarak; yani ekolojik köy ve paylaşımlı ofisler. Birleşiminden, günümüzde yeni bir ofis anlayışı ortaya çıkmıştır. Ülkemizde henüz örneği olmayan ve Ülkemizden çıkarak Global olacak ve tüm insanların hayatına dokunabilecek bir çalışma sistemi. Doğa içerisinde kurulan sistemle insanların hazır ofis ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri, laptoplarıyla sadece doğada çalışabilecekleri, toplantılarını yapabilecekleri, boş zamanlarında farklı kültürde ve disiplinde insanlarla etkileşim kurabilecekleri, ekip çalışmaları yapabilecekleri, doğaya karşı olan bilinçlerini arttırabilecekleri, kapalı ofislerden uzaklaşarak doğada olabilecekleri, gürültü, stres, kirli havadan uzaklaşabilecekleri, sabahları güne spor aktiviteleri ile başlayabilecekleri, isteyenlere konaklama imkanı sunabilecek ve sadece açık alan ofisleri sunan, tatil köyü havasından uzak, şirketlerin misafirlerini ağırlayabilecekleri, toplantılarını açık havada yürüyüş parkurlarında yürüyüş yaparak yapabilecekleri, ekip arkadaşlarıyla etkinlikler yapabilecekleri… ortamlar sunan bir sistem gelişti. Kulağa çok hoş geliyor değil mi. İnsanların kronik problemi haline gelen doğadan uzaklaşmalarına çözüm olarak hem iş yapabilecekleri hem de doğayla iç içe olabilecekleri bir sistem. Şehirden uzaklaşamasan bile şehre çok uzak olmayan, bir ayağının da şehirde olacağı uzaklıkta kurulan ve kurulacak olan tesislerde gününüzü hoş bir şekilde çalışarak geçirebilirsiniz. Hedef kitle olarak, beyaz yaka çalışanlar ve freelance çalışanları hedef alan sistemde yaş ortalaması ile anlaşabilecek jenerasyondaki insanları bir araya getirmeyi planlamaktadır. En yalın haliyle adımlarını atan “OfficeYard Ofis Hizmetleri A.Ş.” şirketi kısa zamanda gelişmeyi planlayarak daha çok insanın problemlerine yardımcı olmayı çözüm üretmeyi planlamaktadır.
Farklı şehir ve ülkelerde yayılmayı planlayan şirket aynı konseptle farklı şehirlerde de açılarak iş turizmine öncülük etmeyi planlamaktadır. Çalışanların ihtiyaçlarına göre farklı bölgelere yayılarak istenilen yerlerde farklı insanlarla çalışma imkanları ve tanışma fırsatı sunarak işlerini geliştirmeye yönelik bir yapı kurulmuştur. Coworking sistemiyle iletişimi güçlendirerek, iş sonrası aktivitelerle sosyalleşme sağlanacaktır. İnsanlarda etkileşim ve sosyalleşme bilincini yaratarak insanlar arasındaki bağları kuvvetlendirecektir. Bungalov tarzı ahşap yapılarda konaklayarak, odalarınızın verandasında laptoplarla çalışabilecekleri ortamlar yaratılmıştır. Farklı ofis konseptleri sayesinde çalışma alanlarına alternatiflerde sunabilmektedir. Biz tesisimizle yarattığımız ortamlarda kapalı ofisleri yok ediyoruz, kapalı toplantı alanlarını yok ediyoruz. Verimsiz çalışma koşullarını yok ediyoruz.
Çalışanları ve tesisinden faydalanmak isteyen herkesle aile olmayı planlayan OfficeYard, sağlam bir yapı kurarak insanların işlerinde gelişebilecekleri konularda yardımlaşma bilincini yaratarak fayda sağlamayı planlamaktadır.
OfficeYard Nasıl Şekillendi
OfficeYard Nasıl Şekillendi; Bu yapı, X kuşağı bir ailede büyüyen bir Y kuşağı gençten ve çekirdek ailesinden ortaya çıkmıştır. Doğaya olan sevgileri, bilinçleri, doğada olma istekleri ama aynı zamanda işlerinden de kopamamalarının bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir fikirdir. Geçmişinde birçok iş girişiminde bulunan gencin, zamanla iyi işler yapabilecek konumlara gelmesi fakat garantici bir ailede yetişmesinden kaynaklı sürekli olarak sigortalı işlerde çalışması ile bastırılması sonucu hayat amacı arayışına girmesiyle ve hayat amacını bulmasıyla ortaya çıkmıştır. Olay doğayı seven, işle buluşturmak isteyen bir düşünce. Düşünüldüğünde çok basit bir fikir, başka olayların harmanlanarak mavi okyanuslar yaratılmasıdır.
Kurumsal bir şirkette görev almamız ve yıllarca çalışma sonrası, evden işe işten eve giderek meğerse kendimizi ne kadarda sınırlandırdığımızı fark ettim, hayattaki tek amacımız biraz maaş almak ve haftada bir ya da duruma göre 2 kez arkadaşlarımızla buluşmalarımız. Hayat bundan ibaret olamazdı.
Pandemiyle birlikte eve kapandıktan sonra çalıştığım şirket Hibrit modele ayak uydurdu. Günümüzde de Hibrit çalışma modeliyle de devam etmekte. İşteyken her zaman işlerimiz olmuyormuş, işimizin olmadığı sürede masa başında boş boş oturarak işin gelmesini ya da çay kahve molasına gitmekle geçmiş, işe gitmek ve dönmek için sabah trafik, akşam trafik, eve gel yorgun şekilde televizyon başında otur, uyukla, eşinle güzel zamanlar geçir, arada kitap oku. Süreç hep bu şekilde devam ediyordu.
Hafta sonu kaçamaklarıyla kendimizi doğaya atarak ödüllendiriyorduk. Hibrit çalışma sonrası eve kapanmamızla birlikte işimizin olmadığı sürede evde yapılabilecek o kadar çok şey varmış ki bunun farkına vardık, ilk zamanlar zumba mı yapmadık, bitiremediğimiz en büyük puzzle ları mı bitirmedik, piyano alıp müziğe kendimizi verdik. Doğum günümde eşime play station mı aldırmadım
😊 . Sinema sistemi kurmak için projeksiyon derken aktivitelerimiz uzayıp gitti.
Hepsinin nedeni pandemi. Krizi fırsata çeviriyorduk. Evde olmamız sürekli kendimize zaman ayırabileceğimiz ortamlar yaratıyordu. Aynı zamanda işte yapıyorduk ama işin olmadığı durumlarda oluyordu. Sonuçta ikimizde beyaz yakaydı. Pandeminin ortalarında evden çıkma yasağının ilk kalkmasıyla birlikte kendimizi dışarılara attık. İzmit’te çok sevdiğimiz ve herkesçe sevilip saygı duyulan rahmetli babaannemizin bahçeli bir evi vardı. Rahmetli olduktan sonra ev 1 sene kadar boş kalmıştı. Eşimle karar alıp o evin anısını canlandırmak, eski günlerdeki gibi aile buluşmalarının tekrar yapılması için evi ve bahçesini toparlamak ve evden çalıştığımız zamanlarda o evde vakit geçirmeye karar verdik. Uzun süre ev boş kaldığından bahçede otlar boyumuza ulaşmış ki boyum 1.88, durumu gözünüzde canlandırın, sevgili eşimle doğada olduğumuzdan kan ter boya pis içinde kalsak bile 4 elle sarılarak severek bir ay sonunda bahçeyi ve evi toparlayabilmiştik. Süreç boyunca arada İstanbul’daki evimize gelerek ihtiyacımız olan eşyaları toparlayarak bir ayağımızın da diğer evde olmasını sağladık, her şey çok güzel ilerlemeye başladı. Evden çıkma yasaklarının kalkmasıyla birlikte sevdiğimiz ve görüşemediğimiz arkadaşlarımızla o evde buluşmalara başladık beraber hoş vakitler geçirmeye başladık. Apartmanda yaşayan ailelerimizi bahçeye çektik, doğayla buluşturduk. Herkese çok iyi geldi.
Peki ya hafta içleri. Evden çalışıyorduk laptoplarımızı alarak çimler üzerine kurularak çalışmaya başladık. O anın böyle bir projeye dönüşebileceğini hiç düşünmemiştik. Kendi içimizde mutluyduk, Hibrit çalışan başka arkadaşlarımızın da laptoplarını alarak bahçede çalışmalarıyla devam ettik. Açıkçası pek severek yapmadığım ve öğrenilmiş çaresizliğimiz olan beyaz yaka çalışmak zamanla güzel olmaya başlamıştı. Bir yandan eşim işlerini bahçede gezerek yapıyor, telefon görüşmelerini yürüyerek gerçekleştiriyordu. Onun içinde bu durum stresten uzaklaşmasına neden oluyordu. 4 duvar arasında değildik, doğada çalışmaya başlamıştık, iş verimliliğimiz artmıştı. Molalarımızda çiçeklerle ilgileniyor bahçeyi nasıl daha güzelleştirebilirizle alakalı işler yapıyorduk. Dalından meyveler, sebzeler yiyor, üzüm yapraklarından dolmalar sarıyorduk. Gerçekten doğal beslenmeye başlamıştık.
Evi sadece yatmak için kullanır hale gelmiştik. Akşamları yemeğimizi bahçede yiyor, projeksiyonla akşamları açık hava sinemamızı kurup armutlar üzerinde uyuyakalıyorduk. Krizi tekrar fırsata çeviriyorduk. Her hafta gelen misafirler için randevulu halde görüşür hale gelmiştik, hiç yalnız kalamıyorduk.
İnsanlara dokunabildiğimizi görmek bizim yarattığımız bir ortamda mutlu olmalarını görmek bizleri de mutlu ediyordu. Her akşam tatlı yorgunluklar oluyordu. Geceler, bizi yalnız bırakmayan ve ortamdan ayrılmak istemeyen arkadaşlarımız sayesinde hiç bitmiyordu. Böyle bir ortamın bize kattığı o kadar çok şey oldu ki. Sanki 6 aydır evde kapalı değildik, sıkıntıları anında unutmuştuk. Arada da olsa ofise gidiyor olmam canımı sıkıyor olsa bile akşam ve sonraki günler muhteşem bir çalışma ortamında ve yaşam alanında olacağımı bilmek beni mutlu ediyordu. Maalesef ki herkesin böyle bir yaşam alanı olmuyor. Metropollerde sıkışmış halde yaşamak ve kapalı ofislerde çalışmak zorunda olmak insanların öğrenilmiş çaresizlikleri. Bu konu belgesellere bile konu oluyor. “Başka hayat mümkün” çoğu beyaz yaka çalışanın hayal ettikleri ve belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra metropollerden kaçma istekleri. Bu proje tam da bu anlatılan problemlere çözüm olabilecek, insanların hayatlarına dokunabilecek muhteşem bir proje.
Kapalı ofislerde geçen yılda tam zamanlı 6 aylık süreyi kısaltmaları için fırsatlar yaratacak. Doğa içinde bizim yaşadığımız ve projemiz için geliştirdiğimiz fikrimizi insanlara dokunabilecek bu deneyimi yaşatmak artık hayat amacımızdır. İnsanların işlerini geliştirebilecekleri ve farklı deneyimler yaşayabilecekleri ortamlar yaratmak bizim hem vizyonumuz hem de hayat amacımızdır.
Eşim Müge ve ben doğayı seviyoruz, doğada vakit geçirmeyi seviyoruz. Hele ki bir metropol de yaşıyorsanız ve çalışma temponuzdan kaynaklı doğayla olan etkileşiminiz her geçen gün azalıyorsa maalesef ki doğaya olan özleminiz iyice artıyor. Pandemi döneminde haziran ayında yasakların kalkmasıyla yukarıda bahsettiğim muhteşem zamanlar bizlere Covid aşısından daha iyi gelmişti. Aslında insanın ilacı doğa, doğada geçirdiğiniz vakit. Vakit ne kadar çok artarsa mental olarak, fiziken ve ruhen panzehir depolamış oluyorsunuz. Beyaz yaka olduğum için bu zamana kadar aldığım eğitimlerin %100 ü işim üzerine aldığım eğitimlerdi. Beni tatmin ediyor muydu? Hayır. Bana bir şeyler katıyor muydu? Evet.
Ben sürekli işim dışında fikirler üreterek, başka işler yapmanın peşine düşmüştüm. Çünkü sevdiğim işi yapmıyordum, akvaryumdan çıkmak istiyordum, Öğrenilmiş çaresizliğimi yenmek istiyordum. Dükkân açmak değildi hedefim. Bir sonraki yılın sonbaharında benim yolum Girişim Savaşçısı ile kesişti. Sonsuz teşekkür edebileceğim bir program. Bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapmak istiyordum. Doğru işi yapmamda ve bizden sonraki nesillere aktarabileceğimiz, sevdiğim işi bulmamda Girişim Savaşçısı bana yardımcı olacak mıydı. ? Berke Sarpas ve Özgül Sokullu Koçlarımın önderliğinde, alanında net 1 numara olan, 20 farklı Mentörle eğitime başlayacaktık. Bu program önce insanın hayat amacını bulmasını, sonrasında bu doğrultuda bir iş modeli yaratmasını, yarattığın modelin insanlığa fayda sağlayacak bir model olmasını, bu modeli hayata geçirmek için ne gibi zorluklarla karşılaşacağımızı iliklerimize kadar hissettiren ve iş modelinin hangi stratejilerle büyütebileceğinizi öğreten gerçek anlamda Girişimci yetiştiren bir program. Hakkınız çok büyük, Girişim Savaşçısını kurduğunuz ve bizler gibi Girişimcileri yetiştirdiğiniz için çok teşekkürler Berke Sarpas.
Bir marka doğuyordu. OfficeYard temellerini atıyordu, hem de gümbür gümbür.!
Girişim Savaşçısı eğitimlerinden sonra hayat amacımız ortaya çıkmıştı. Doğayı ve insanları seven, onlara sosyal fayda sağlayabilecek bir yaşam üzerine kurulu yeni düzenimizin temellerini atıyorduk. Doğa tarafında bir iş modeli, Doğada Çalışmak. Bizim, hibrit çalışma dönemimizde pandemide yaşadığımız o çalışma ortamı, bizlerde anı olarak kalmasındansa, kulağa hoş gelen bir iş modeline dönüştü. Ekolojik çalışma ofisleri. Pazar araştırmaları, planlar, eğitimler, iş modeline yedirilen stratejiler ve daha fazlası. Kâğıt üzerinde hazırdık. Eğitim esnasında marka ajansına bizi tanıtan bir brief yazdık. Geri dönüşleri için sabırsız bekleyiş başladı, aradan birkaç hafta geçtikten sonra ajans geri döndü. Bizi en iyi anlatan, iş modelimize en uygun olan “OFFICEYARD” markası da bu şekilde ortaya çıkmış oldu. Kulağa çok hoş gelmişti. İlk duyuşta aşk diyelim. Tabi her şey markayla bitmiyor. Bir girişimin hayata geçme vakti geliyor, koşulların olgunlaşması gerekiyor. İmkanlar kısıtlı, neler yapılabilir.? Girişimciliğin ilk adımı da buradan başlıyor. Hemen emlak platformu açılır, Doğa içerisinde yer bulunur, görmeye gidilir, mekân sahibiyle anlaşılır, tadilat başlar, kurdele kesilir ve mutlu son. Bu kadar basit.
OfficeYard hikayesi bu kadar. Hadi herkes girişimci olsun 🙂
Yer bulma hikayemiz 1,5 sene sürdü. Evet, Sahibinden açıldı, yer arandı ama hiçbir yer istenilen gibi değil. Mekanlar gidip yerinde görüldü. Alt yapı hazır değil, yatırım gerektiriyor, yol sorunu, park sorunu, alan küçük… yer bulmak öyle kolay bir şey değilmiş. Yılmak yok yola devam 🙂
Girişimcilik hikayemize değinmeden edemeyeceğim bir konu var. Beyaz yaka olduğumuzu öncesinde belirtmiştim. Eşimin de benim de bir kurulu düzeni vardı. İşlerimizde iyi yerlerdeydik, her ay maaşımız yatıyor, Ülke batmadıktan sonra güvencemiz yerinde, hafta sonlarımız tatil, kendimize göre standart bir hayatımız vardı. Yıllardır süre gelen bu düzen nasıl bozulacaktı. Yeniden yapılanacaktık. Baktığınızda büyük riskler alınacaktı. OfficeYard şirketleşmeden önce Eşim hamileydi. İşi bir kenara bırakıp hamileliğin heyecanı içindeydik. Bebeğimiz gelecekti, hazırlıklarına vakit ayırmamız, bilinçli birer ebeveyn olmak için kitaplar okuyor, videolar izliyorduk. Çocuk sahipleri iyi bilir; Aslında hazırlıklarımız bebeğimizin doğmadan önceki bizim savaş hazırlıklarımızmış. Uykusuz geceler, bebek atakları, bebeğin hayata adapte olması, acaba neden ağlıyor…? Bebek sahibi olunca asıl girişimciliğin zorluklarını o zaman yaşarsınız.
Biz bir karar aldık. OfficeYard hayata geçmeliydi. İlerleyen dönemde keşke demek istemiyorduk. Projenin başındayken sahibinden de bir yer gözümüze kestirmiştik, yer Riva’ da deniz kenarında, 5 dönüm arazide, Doğada. Burası aradığımız yer olabilirdi ama yer emlakçıda, biz emlakçıya ulaşamıyoruz. Gidip yeri kendimiz görelim istedik ama ilandaki konum yanlış. Ah bu emlakçılar! Elimiz boş geri döndük. Bir daha da gitme fırsatımız olmadı. Bebeğimiz doğdu, proje rafa kalktı.
Aradan geçti 8 ay. 2023 nisanda yer arayışına tekrar başlamıştık. Bu sefer daha butik şekilde işe başlamayı planlıyorduk, Beykoz civarında bahçeli müstakil bir ev arıyorduk. Projemizi bu yere göre uyarlayacaktık, hem de yaşarız diyorduk. Home Office yani. Emlakçılarla iletişimdeydik, yerleri geziyorduk. Kimse evini ticari işletmeye vermek istemiyordu. Vermek isteyen de yıllık kira istiyor vs. Yağmurlu bir Nisan gününde Riva civarlarında yerler bakıyorduk. Baktığımız son yerde olmamıştı. Emlakçı kardeşimiz “Bir yer daha var ama orayı sahibi satmak istiyor ama sizi yine de oraya götüreyim, içimde kalmasın” dedi. Tesadüf işte bizim 1,5 sene önce arayıpta bulamadığımız yere gelmiştik. İçimiz kıpır kıpırdı ama çaktırmıyorduk.
Yer çok güzeldi fakat düzenlenmesi gereken tadilat işleri çoktu. İşimden istifa ettiğimde 92 kiloydum. OfficeYard hazır olana kadarki 2 aylık tadilat işlerinde 78’e düştüm. Ekip arkadaşlarımda benden farksızlardı. Girdik bir yola, zevkle verilmiş kilolar, yorgunluklar, uykusuz geceler…
İşin sonunda çok geniş kapsamlı olarak düşünüldüğünde arkadaş çevremize hizmet vermeyecektik. B2B olarak şirketler, patronlar, müdürler, üst düzey yöneticiler, birbirinden kıymetli insanlar. Doğada çalışma konseptimizle milyonlara hizmet verecektik. Bu ne anlama geliyor? Amacımız; şirketimizi ve farklı çalışma alanlarını yani tesisimizi Marmara bölgesinde açtıktan sonra hızlı bir şekilde gelişerek, büyüterek farklı lokasyonlarda oluşumlar sağlamayı planladık. Hazır ofis ihtiyacı olan çalışanların kendi alanlarında gelişebilmeleri ve farklı ortamlarda çalışabilmeleri için Doğada her yere yayılmayı vizyonumuz olarak belirledik.
İnsanların hayatını bu şekilde dokunabileceğimizi de düşünüyoruz. OfficeYard’ın sunduğu imkanlara bakılırsa içinde açık alanların bulunduğu, çalışanların yaratıcılıklarını geliştirebileceği, yaptıkları işleri yönelik amaçları doğrultusunda farkındalık yaratabilecekleri, keşfedebilecekleri, çalışırken aynı zamanda huzur bulabilecekleri alanlar yarattık. Bunu Doğanın enerjisiyle yapıyoruz.
Her insanın huzur konusunda farklı bakış açıları olabilir bu biraz da huzuru ne ile bulabildikleri ile alakalıdır. Kendimizden yola çıkarak huzur bulduğumuz konular; kalabalıklardan uzaklaşmak, temiz hava almak, Doğa içerisinde olmak, düşünebileceğiniz sessiz ortamlarda vakit geçirmek, yürüyerek düşünebileceğiniz ortamlar yaratmak gibi konularla amacımızı bu şekilde bir genelleme yaptık. Aslında herkesin istediği konuları toparladık. Farklı düşünceler varsa bizimle paylaşabilirsiniz.
Çalışma hayatındaki problemlere baktığımızda insanların yol dahil ofislerde geçirdikleri süreyi düşündüğümüzde 12 saati bulduğunu fark ettik. Bu süreyi bir yıla vurduğumuzda yılın 6 ayını tam süreli olarak kabul ofislerde geçirdiğini gördük. Uyku olarak geçirilen süre ortalama 8 saat desek, yılda 4 ayı uyuyarak geçiriyoruz. Çalışma ve uyku toplamı yılda 10 ay yapıyor, iyimser olalım 9 ay olsun. Geriye bize kalan süre 2 ay, iyimser olalım 3 ay. Yaşadığımız süreye baktığımızda kendimize ayırdığımız kalan süre çok çok az değil mi.?
Bunun dışında evinde geçirdikleri zaman hariç insanlar giderek doğadan uzaklaşıyordu, sürekli kapalı ortamda bulunmak ne kadar da kötü, projemizle bunun önüne geçebileceğimizi biliyorduk ve inandık ve adım atmaya başladık. Doğa içerisinde çalışmanın bize kattıklarıyla insanlara değer katabileceğimizi de düşündük. Genel olarak baktığımızda insanlar kapalı bir ortamda çalışmayı hak etmediğini düşünüyoruz. Günümüz ofislerine baktığımızda; açık ofis şekilde çalışmaları insanların dikkatlerinin dağılmasına, gürültünün olmasına, oksijensiz bir ortamda çalışmasına ve günışığını yeteri kadar alamaması gibi olumsuz etkenlerin olduğunu görüyoruz. Yurtdışında yapılan çalışmalara göre insanların toplantılarını yürüyerek yapmasının daha faydalı olduğu gözlenmiş çünkü yürürken telefon veya telefonla konuşurken sadece karşısındakini odaklandığı fark edilmiş. Önemli konulardan biri de canlıların var olma sebeplerinden biri olan oksijen. Oksijenin yetersiz olması insanların verimli çalışmalarının önüne geçebilmektedir. Kapalı ortamlarda bu durumun iyi kontrol edilebilmesi gerekmektedir. Oksijen seviyesindeki birkaç derecelik değişiklikler insanların verimli karar alma seviyelerini bile etkileyebilmektedir. Daha verimli kararlar alabilmemiz ve işlerimize odaklanmamız için bulunduğumuz ortamda oksijen seviyesinin yüksek olması gerektiğini artık düşünüyorsunuzdur.
Maalesef ki büyük kentlerde yaşamanın vermiş olduğu aşırı hava kirlilikleri açık alanlarda olsak bile oksijen seviyesinin yeteri kadar iyi olduğu anlamına gelmiyor. Nedenleri trafik, bilinçsiz karbon salınımı, insanların duyarsız olması, filtreleme yapmayan fabrikalar… nedenlerini aklınıza getirebilirsiniz.
Kısa ve değerli yaşamımızda, çalışma hayatımızın Hibrit çalışma modeli için bir engelinin olmadığını anladığımız bu dönemlerde, çalışma ortamlarınızı doğaya taşımanız yapılabilecek en güzel hareketlerden biri olacaktır. Kapalı ofislerde yapılan toplantılara baktığımızda insanların bilgisayarlarında farklı konularla ilgilenmesi, herhangi bir gürültünün çıkması, bir mesaj bildiriminin gelmesi, ofiste bir kişinin kalem oynatması, ışığın sinyal vermesi gibi konular insanların dikkatini dağıttığı ve uzun uzadıya süren toplantılar verimliliği kaybettiği gözlemlenmiştir. Maksimum sürenin toplantılar için 20 dakika olması herkesçe kabul edilen bir konu haline gelmiştir. 20 dakikadan sonra yapılan toplantılar insan verimliliğinin %60 70’e kadar düştüğü gözlemlenmiştir. Bunun önüne geçebilmek için kısa toplantılarının yapılması sürekli toplantı yapılmaması ve etkin konularının belirlenmesi çok önemli, bunları Doğa içerisinde yürüyerek yaptığınız zaman işlerinize %100 performans sağlandığı biliniyor. Her işin temelinde başarıya ulaşmak yok mudur?
Biz sizler için başarıya adım atabilmek için neler yapılabileceği konusunda fikirler veriyoruz, denemekten bir şeyler kaybetmezsiniz, işin sonucunda deneyimlerle sizlere bilgiler vermek, sizleri stresten, gürültüden, hava kirliliğinden uzaklaştırmak dikkat dağınıklığının önüne geçmek gibi nedenlerle sizlere söz verdik ve sonuna kadar arkasındayız. Doğa içerisinde internet altyapısı sağlam olur mu kopukluklar yaşayabilir mi gibi problemlerin önüne geçerek kurduğumuz sistemlerle sizlere sınırsız bir alan yaratık. Dikkatinizin dağılması gibi bir durum söz konusu olamaz. Doğa içerisindesiniz bir düşünsenize denize karşı laptopunuzla işinize odaklanmışsınız huzur içerisindesiniz, gürültüden uzaksınız çalışıyorsunuz insan başka ne ister.
Yaşamım boyunca çeşitli zorluklarla karşılaştım. Ailemin x kuşağı olmasından kaynaklı garantici bir ortamda büyüdüm. Okudum işletme bölümünü bitirdim. Otellerde çalıştım, gençliğin vermiş olduğu heyecanla mankenlik yaptım, otellerde çalıştım ama bir türlü sevdiğim işi yapamadım. Bunun için sürekli farklı arayışlar içine girdim ama işin sonunda bunu bulacağımı da biliyordum hiç vazgeçmedim sürekli arayışlar içine girdim hatta eşimin gece gece icat çıkartma dediği bile olmuştur ama bu proje ortaya çıktığında eşimin “Hadi ne zaman yapıyoruz” demesi beni daha da heyecanlandırdı çünkü onun da onayını almıştım. Demek ki doğru yolda ilerliyordum. İnsanlara fikirlerimi anlattım, düşüncelerini aldım ve yapılabileceklerle ilgili insanların geri dönüşlerini analiz ettim ve çalışma olarak iyi bir duruma geldim. İnsanların taleplerini fark ettim ama buna çözüm sunabilecek bir girişimde bulunan kimse yoktu. Bu projeyi geliştirebilmek için 1 yıl boyunca doğru düzgün uyumadan hatta bazı hafta sonları hiç uyumadan çalışmalarıma devam ettim. Uykusuzluk beni yormadı neden derseniz bir şeylerin temellerini oluşturmak gelecek de çok güzel hizmetler sunabileceği mi bilmek beni daima motive etti. Fikrin ve işin doğum süreci sancılı geçiyor, biliyorum çevremle iş yapmıyorum, arkadaşlarım Eşim Dostum sen projenin hayata geçir bence kesinlikle geliriz demeleriyle yola çıkmadım.
Riva tesisimizi kurmadan önce hatta daha fikir aşamasındayken projem için arazi araştırmalarında bulundum sonrasında konaklama için hizmet sunacağım Bungalov Evleri araştırdım. Fark ettim ki altyapı problemleri oluşacak hatta projeyi hayata geçirmek 3 seneyi mi bulacaktı kim bilir. Bunun önüne geçebilmek için farklı arayışlar içine girdim. En kolay şekilde insanlara bu projeyi nasıl sunabilirim derken derin araştırmalar sonunda cevabımı buldum. Hazır tesisler üzerinden yola çıkarak konsepti bu şekilde uyarlayabileceğimi fark ettim. Bir adım atmak gerekiyordu onu da bu şekilde yaptım büyümem gerektiğini de biliyordum insanları kendime çektikçe ve amacım doğusuna ilerledikçe bunu başarabileceği mi biliyordum öyle de yaptım. İnsanların ihtiyaçlarını analiz etmem gerekiyordu, ihtiyaçlarına cevap verebileceğimi görmem gerekiyordu ne şekilde cevap verebileceğimi de bilmem gerekiyordu.
Hiçbir projede %100 başlamamıştır. Yüzde yüz başlayacak bir proje zaten bu zamana kadar hiç hayata geçmemiştir. Olay bir şekilde adım atmaktan ibaretti ne kadar kötü olursa olsun hiç önemli değil önemli olan bir şeyleri başarabilmek için adım atmak. Buradan yola çıkarak bu sistemi nasıl geliştirebileceğimiz düşünseydim ve tamam %100 mükemmel, oldu bu iş diyebileceğim bir sistem için uğraşsaydım bu proje hayata geçmezdi. Projemde yanılmış olabilirim, insanların ihtiyaçlarına yeteri kadar cevap veremeyecekte olabilirim ama bunu da bu şekilde görebilirdim. Hatta bir hikâye var. Bir mağara adamı yaşarken içinde bulunduğu ortama bir aslan figürü çizmeye başlamış ve aslanı çizmiş çizmiş çizmiş. Aslan o kadar mükemmel olmuş ki bir gün yatarken aslana bakıp korkmuş ve bir daha o mağarada yaşayamamış. Olay da bundan ibaret. Projenin bu kadar büyüdüğünü görseydim belki bende korkabilirdim ve hiç bu adımı atmamış olabilirdim. Durum bundan ibaret projem üstünde bu kadar düşünseydim insanlara fayda sağlayabilecek bir adım atmamış olabilirdim.
İlk araştırmalarınızı ekolojik köyler üzerine yapmıştım çünkü çalışma ofislerinde ekolojik olarak dışarıya hiçbir şekilde bağımlı olmak istemiyordum ama elimizden ne gelirdi, kısıtlı bütçelerle bir şekilde şebekeden kullanacağımız elektrik ve su ihtiyacımızı karşılamak zorundaydık. Bu hep bu şekilde devam edecek değildi çünkü ileride tam anlamıyla geliştiğimizde yeteri kadar imkanlarımız olduğu zamanda ekolojik olma yolunda ilerlemeyi hedeflerimiz arasında ekledik.
Neden ekolojik olmak istiyorduk konusunda ise günümüz işletmelerine ve fabrikalarına baktığımızda dünyaya ne kadar az zarar verebilirizi denemek için bireysel ve kitlesel olarak saptamak istiyorduk. Karbon ayak izimize baktığımızda örneğin; bir ütünün 1 saat çalışması doğaya 1,5 kilogramdan fazla karbondioksit salıyordu, altında yatan neden ise şebeke elektriğidir.
Doğa enerji kaynaklarına baktığımızda güneşten yararlanarak sağlayabileceğimiz elektrik veya rüzgârdan sağlayabileceğimiz elektrik enerjisi bize bedava enerji sağlayacaktır. Elektrikle ilgili yaşantımıza baktığımızda bütün elektronik aletlerin elektrikle çalıştığını biliyoruz. Yani muhtacız. Ekolojik bir tesiste bir kişiyi tesisimize kazandırdığımızda hedeflediğimiz karbon salınımını %95 oranında azaltabileceğimizi biliyoruz. Yılda hedef olarak 2000 insanda kazanılacak salınımı bir düşünün. Hedeflerimiz çok fazla çalışanı olan kurumsal şirketlere ulaşmak, yani şu an için örneğin 100 kişiye hizmet verebiliyorsak ileride kuracağımız tesislerle bu kişi sayısını ayda 500 belki bin kişiye ulaştırabilirsek Doğaya çok büyük katkılarımız olabileceğini görebiliyoruz.
Bu gezegen hepimizin, şu an için verdiğimiz zararları bilmiyoruz, anlayamıyoruz ama gelecek de bizim çocuklarımız bizim doğaya çektirdiklerimizden kaynaklı olumsuzlukları yaşayacaklardır. Uzun vadede biz bunları göremeyeceğiz ama verilere dayanarak onların ileride zorluklar yaşayacağı kesin. Bu olumsuz yanlarını yaşatmak istemeyiz, arkamızdan kötü konuşmalarını istemeyiz. Herkes kendi ailesine baktığında, atalarına baktığında onlardan bir şeyler kazanmış olmanın faydalarını görebiliyor. En basitinden atalarımızın bizlere yaşattığı ve öğrettiği saygı, insanlara karşı olan saygı, çevreye olan saygı, topluma olan saygı ve ihtiyacı olan insanlara karşı saygı duymamız gerektiğini öğrettiler. Öğrendiklerimizi etrafımıza yaymak istiyoruz çünkü bizim öğrendiklerimiz bizim için doğru bunları neden başkaları öğrenmesin. Bu zamana kadar insanlar, toplumlar bu şekilde ilerlemedi mi? insanların deneyimleriyle başka bir insanın ilerideki adımlarını o şekilde atmasını doğru adım atmasını öğretmedi mi? Bu doğrultuda herkes çevresine katkı sağlamak istiyor.
Nasıl katkı sağlamak istiyorum konusunda düşünürlerse, kendi deneyimlerinden yola çıkarak yaşadıkları hataları, olumsuzlukları bir sonraki nesle aktarmak istemiyor, doğru olan yolu göstermek istiyorlar. Bu zamanda yaşadığımız problemler olumsuzlukları çocuklarımıza aktarmak istemiyoruz. Örnek vermek gerekirse ailelerimizin çektiği çileleri sıkıntıları oğullarına yani çocuklarına vermek istemedikleri gibi bizlerin de kendi çocuklarımıza aktarmak istemediklerimiz de aynı, bizim çektiğimiz zorlukları onları yaşatmak istemiyoruz. Gelişen teknoloji ile birlikte onlar zaten kendi yollarına doğru ilerlemekte, bizim onlara katabileceğimiz en büyük öğrenim kendi yollarını belirlemeleri için yol göstermektir.
İş Hayatının Zorlukları Baskıları ve Bunların İnsan Hayatı Üzerindeki Etkisi / Yeni Düzen Çalışmanın Değiştirdikleri
İş Hayatının Zorlukları Baskıları ve Bunların İnsan Hayatı Üzerindeki Etkisi / Yeni Düzen Çalışmanın Değiştirdikleri, Bu kitabı elinize aldıysanız yüksek ihtimal ile ya halen kurumsal hayatta çalışıyorsunuz ya da yolunuz bir dönem kurumsal dünya ile kesişti. Aslında bakarsanız konuya biraz daha erken dönemden başlamak istiyorum. Yani okul hayatından ve o dönem ile birlikte hayatımızın nasıl bir maratona dönüştüğünden. Ne zamanki okullara başladık, o zaman hayatımıza gelecek korkusu, geçim kaygısı gibi kelimeler girmeye başladı. İlerde para kazanmak için, saygın olmak için iyi okullarda okuman, eline mesleğini alman lazım vs. vs. Bilinçli insanların var oluşuyla birlikte çalışma hayatı da başlamıştır. Geçmişten başlayarak içgüdüsel olarak hayatta kalma, beslenme, barınma ve zaman geçtikçe de topluluk oluşturma yani sosyalleşme, tarım, ihtiyaçlar doğrultusunda zaman kazanmak için teknoloji sıralamasıyla ilerlemiştir.
Aristoteles, bizleri “akıl sahibi bir hayvan” olarak betimlemişti*. Buradan yola çıkarak sosyal bir varlık olan insanlar etkileşim içerisinde kendini sürekli yeniler ve düşünebilmesiyle diğer canlılardan ayrılır.
Çalışma hayatı kavramı ise sanayi devrimiyle birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. İnsanların tabaka olarak ayılmaları da bu zamanda başlamıştır. Belki o dönemlerde bir çoğumuzun hayalimizde yaşattığımız meslek veya yaşamak istediğimiz hayat tarzı bambaşkaydı. Kimimiz belki işletme okumak yerine, öğretmen olmak istiyorduk ya da resim yapmayı çok seviyorduk ama ileride bu işten nasıl para kazanacağım, lüks arabalara nasıl bineceğim, insanlar benim hakkımda neler konuşacak endişeleri yüzünden bu tutkumuzu sadece boş zamanlarımızda yapacağımız (ki yaş ilerlemeye başlayıp, sorumluluklarınız giderek de artmaya başladığı zaman pek de bulamayacağımız) hobiler olarak yanı başımızda kaldı. Sonra bir şekilde okullarımızı okuduk, mesleklerimizi elimize aldık ve hayata atıldık. Aslında burada bahsedeceklerim çoğunluk ile fazla mesaileri ve bolca yönetici, patron baskısı altında çalışmak ile adı nam salmış olan özel sektörler ve kurumsal hayat çalışanları için olacak. Bu düzen içerisinde son 10 yıldır neler yaşıyoruz, nasıl bir maraton ve bu maratonun getirdiği hayat düzenlerinde kendimizi buluyoruz şöyle bir bakalım. Sonrasında da bu yeni hayat düzenimizin üzerimizde oluşturduğu alışkanlıklar ve bunların bizim psikolojimiz ve sağlığımız üzerindeki etkilerine de biraz değineceğim. Akabinde de günümüz koşullarında bazı şirket kültürleri ve özellik ile yeni nesil bu düzene nasıl bakıyor ve ne yönde değiştirmeye başladı gelecekteki düzenin nasıl ilerleyeceği hakkındaki sinyallerden bahsedeceğim.
2000 li yıllardan itibaren çoğu ekonomide özel veya tüzel kuruluşların ticaret üzerindeki etkileri çokça artmaya başladı. Ülkemizde de gerek yerel firmalar gerekse global olup ama Türkiye’de aktif olmaya başlayan çok sayıda ekonomiye yön veren, gençlerin iyi üniversitelerden mezun olup sonrasında buralarda kendilerine güzel bir kariyer çizip iyi paralar kazanmayı hayal ettikleri firmalar var. Fakat ne yazık ki günümüze kadarki çok uzun bir sürede ve çoğu yapıda işletmeler bizlerin hem onların istediği şekilde, yerde, zamanda çalışmamız gerekliliğine kendimizi kaptırmamızı sağladılar.
Bu ne demek, çoğu insan o firmada kendini göstermek, iyi bir kariyer fırsatı edinmek için çok ama çok bir yoğun tempoda, fazlaca hızlı ve yıpratıcı bir maratonda devam etmemiz gerekliliği belki de iliklerimize kadar işlemiş durumda. Bu esnada bazen kendi sağlımızı, bazen kendi hayallerimizi, bazen ailemizi, bazen o anda asıl bulunmak istediğimiz yeri hep 2. plana atmak zorunda kalıyoruz. Özellikle büyük bir şehirde yaşıyorsanız muhtemelen sabah 8’de başlayan mesainiz için sabah 5’de yola çıkıyorsunuz ve akşam 20:00 veya 21:00’de eve dönüyorsunuz. Yani hayatınızda size sadece 2-3 saatlik bir vakit kalıyor. E böyle bir hayat yaşarken de acaba benim başka ne tür ilgilerim varmış ne tür bir yerde yaşamaktan ya da çalışmaktan zevk alıyormuşum, sabah mı daha etkin çalışabiliyormuşum yoksa akşam mı, ailem ile daha verimli zaman geçirebilmek için ne yapmalıymışım gibi ince ama aslında 70 yaşına geldiğimiz ve şöyle bir hayatımıza dönüp baktığımızda hayatımız için en kritik soruları kendimize soracak vakit bulamıyoruz. Buna bağlı olarak da hayatımızı güzelleştirecek alışkanlıkları hayatımıza sokamıyoruz, giderek yorulmaya başlayan beynimiz ve vücudumuz sebebi ile belki daha kaygılı, daha stresli, daha az hareket eden daha az oksijen alan, daha sağlıklı beslenmek için vakit ayıramayan bireylere haline dönüşüyoruz. Bunun da aslında böyle olduğunun farkına belki hayatımızda bir dönüm noktası yaşatan bir olay olana kadar farkına varamıyoruz. Aslında her şey çok da yolunda gidiyormuş gibi gözüküyor.
Mesela Pandemi hayatımıza girdiğinden beri hem iş hem de özel hayatımızda neler değişti bir bakalım. Aslında bakarsanız Pandeminin bizim bu kitapta sizlere anlatmak istediğimiz iş fikrimizin gelişim ve hayata geçme aşamasında ne kadar büyük rol oynadığını daha önceki kısımlarda bahsetmiştim.
Pandemi başladı ve evden çalışma diye bir şey (ki daha öncesinde çoğu şirket “Home Office” kavramına hep çalışanlara verilen bir tatil günü olarak bakardı) hayatımızın ortasına girdi. Girdikten sonraki sürece bir iş verenler bir de çalışanlar gözünden bakalım. Öncelik ile iş verenler gördü ki eğer çalışanlarının yeteri kadar şirketine ve görevlerine karşı bağlılığı var ise nereden çalıştıkları pek de fark etmiyormuş. Hatta bazı çalışanların evde aileleri ile daha fazla vakit geçirebildikleri, günlerinin 3-4 saatini yolda harcamadıkları koşullarda işlerindeki hem motivasyonu hem de verimliliği daha da çok artabiliyormuş. Çalışanlar ise aslında yolda kaybetmedikleri vakitlerinin toplamında iş harici konulara daha çok vakit ayırabildiklerini, aslında özel hayatlarında da birçok farklı zevk ve ilgi alanlarının olduklarını fark ettiler. Hatta daha konforlu ve kendilerini rahat hissettikleri alanlarda çalışmanın hem psikolojik anlamda faydasını gördüler hem de şöyle kendilerine güzel bir kahve yapıp sevdikleri müzikleri isteyerek açıp bağdaş kurarak çalıştıklarında işlerinde de daha yüksek motivasyonlu ve yaratıcı olduklarını keşfettiler. (Tecrübelerle sabit)
Bu durumları tabi ki insan kaynakları da incelemez mi, inceledi. Sonra fark ettiler ki aslında çalışanları belirli kural ve çerçeveler içerisine sokarak yarattırmaya çalıştıkları otoritelerini veya arttırmak istedikleri motivasyonlarını farklı yöntemler izleyerek de yapabilirlermiş. Tabi evden çalışmanın hiç mi negatif etkileri olmadı, tabi ki oldu. Bu süre giderek uzamaya başlayınca insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri olan “sosyalleşme” eksik kalmaya başladı. Çünkü iş ve özel hayat dengesi giderek bozulmaya başladı. Pandemiden ötürü insanların tek çalışma alanları evleri olmaya başladı. Bu da bir süre sonra insanları yormaya başladı. Finlandiya da yapılan araştırmalara göre yalnız yaşayan kişilerin, çevresiyle iletişim halinde olan kişilere göre %80 oranında depresyona girme olasılığının daha fazla olduğu görülmüştü. İnsanların evlere kapanması daha yalnız bireyler olmasına neden olmaktadır.
Ekip çalışmaları, dayanışma, yüz yüze iletişim, sosyal aktivite giderek yok olmaktadır. Nitekim iş hayatında yapılan, dijital platformlarda yapılan yüz yüze sayılabilecek(!) toplantılar vs. Peki bu durum size yapay gelmiyor mu? İnsan sosyal bir varlıktır. Etkileşim içerisinde olmak zorundadır. Zorundadır çünkü bu bir zorunluluktur. Yüz yüze iletişimle farklı disiplinlerdeki insanların birbirleri ile etkileşimi, bilgi ve deneyimlerini paylaşmaları entelektüel derinliklerini arttırmakta büyük bir rol oynuyor. Yüz yüze iletişimde işin içine duygular ve göz teması girmektedir. Bu durum kişileri daha ikna edici, başarılı, verimli olmalarını sağlıyor.
Yöneticilerin yüz yüze iletişimle ilgili olarak iş arkadaşları, müşterileri veya iş ortaklarının iş geliştirme süreçlerinde %50 den fazlasına dahil edilmesi gerektiğini düşünmektedirler. * Bu durum temel sorunları ortadan kaldıracağı gibi ekip ruhunu, insanların birbirleriyle uzun vadeli ilişkiler kurmalarını ve dayanışmayı sağlayacaktır. Fakat biz insanlar bir problem ortaya çıktığında onu analiz edip akabinde çözmek için hemen aksiyonlar alabilen canlılarız. Pandeminin seyrinin biraz düşmesi ile bu işe en iyi gelecek çözümün “Hibrit” çalışma yöntemi olduğuna karar verildi.
Nedir Hibrit çalışma sistemi peki. Aslında kısaca, yarı ev, yarı ofisten çalışma sistemi olarak özetlenebilir. Tabi Pandemide ortaya çıkan Hibrit çalışma sisteminin getirileri sadece ev ve ofis ayrımı olarak kalmadı. Gelişen iş hayatı ofis konseptleriyle birlikte en fazla üstünde durulan konulardan biri de coworking yapılarıdır. İnsanlara yeni ofis alanları sunmakla birlikte, maliyetleri düşürücü, kullanım esnekliği, imaj gibi artılar katıyor. Fikirlerin paylaşılmasına ve farklı deneyimlerin yaşanmasını sağlıyor.
İşlerin dışında sosyal aktivitelerle birlikte yeni çevre edinimi ile sosyal bir yapı kurulmasını sağlıyor. Bu dönemde çoğu start- up veya daha az çalışanlı firmalar fark ettiler ki her gün bir arada olmadan haftada veya ayda bir buluşarak sinerjiyi koruyarak da işlerimizi yürütebiliyoruz, o zaman her ay bir binaya sürekli kira verip, elektrik, su, doğalgaz gibi sabit giderleri ödemenin de pek bir gerekliliği yok. E son yıllarda sanal ofis veya kiralık hazır ofis kavramları da giderek artmaya başladı, hele ki Pandemi ile beraber giderek de popüler olmaya başladı. O zaman biz de ofislerimizi aylık belirli bir ücret karşılığında bu gibi alanlara taşıyalım veya sadece evlerden çalışıp bazı zamanlarda da kafelerde vs. bulup toplantılarımızı yapalım. Aslında ne kadar mantıklı değil mi?
Yani konuyu biraz toparlamak gerekir ise, son 2 yıldır hatta çoğu uzmanların yorumuna göre bundan sonrasında da haftanın 5 günü sabah 08:00 akşam 18:00 ofiste olma, bu sürenin üstüne de 4 saati de yollarda harca devri artık yavaş yavaş kapanıyor. Bu varsayım böyle günler artık hayatımızda hiç olmayacak değil tabi ki, muhakkak belirli zamanlarda gereklilikler gereği bu düzende çalışmaya devam edeceğiz, ama artık eskisi kadar yoğun olmayacak.
Aslında tüm bu anlattıklarım iş fikrimizi ortaya çıkarırken bu 2 sene boyunca olan bütün bu dinamikleri oldukça inceledik. Biz de kurumsal hayatta bu yaşam biçimi ile çalışmaya devam ederken Pandemi ile birlikte bütün çalışma şeklimiz, bakış açımız değişti ve bugünkü fikrimizin ortaya çıkması adına tohumlar ekti.
Fakat bu sürecin sadece bir ayağı. Bizim esinlendiğimiz diğer bir konuda hikayem de belirttiğim gibi, tamam birçok ofis kiralama alanları var ama neden biz halen kendimizi kapalı bir mekâna sokmak için bu kadar çaba sarf ediyoruz, neden doğanın, temiz havanın, yeşilliğin, o güzel kokunun içimizde oluşturacağı tüm iyiliklerden kendimizi soyutlamak zorunda bırakıyoruz. Mademki artık biz birçok farklı ortamda çalışmaya, işlerimizi aksatmadan devam ettirmeye karşı büyük bir eğilim göstermeye başladık, o zaman bunu çoğumuzun her zaman bulunma fırsatı bulamadığı doğal, yeşillikler içerisinde doğada yapmıyoruz. Neden illaki güneşli bir günde kendimizi temiz havada bulmak için hafta sonu meteoroloji güncellemelerini borsa gibi takip ediyoruz ki, aman yağmur vs. gelmesin de bir hafta sonumuz var zaten diyoruz. Sanmayın ki bunları kendim de zamanında yapmadım. Biz de eşimle aman hafta sonu olsa da bir nefes alsak diye can atıyorduk, ne zaman ki bunu aslında hayatımızın hep bir parçası haline getirmenin de yollarını görmeye başladık, o zaman aslında bizim için bir şeyler değişmeye başladı. Peki doğanın insana psikolojik ve fiziksel olarak ne gibi faydaları vardır; Temiz hava ve doğa yenilikçi düşüncelerin önünü açar, zihni rahatlatır, daha net ve açık şekilde düşünmeyi sağlar. Çözüm üretme yeteneğini geliştirir. Hatta Toplum sağlığı araştırmacıları Stamatakis ve Mitchell* gibi bilim insanlarına göre yaşamı uzattığı bile söylenir. Yani doğadan uzaklaşmak oldukça zordur. Tatillerde neden sürekli deniz kenarlarına ya da doğal ortamlarda zaman geçirme isteğimiz var. Çünkü doğa bizi rahatlatır, stresten uzaklaştırır.
Kendimize fırsatlar yaratarak, kapalı ofislerden çıkarak hareket edebileceğimiz doğal ortamlarda vakit geçirmek hem zihinsel sağlık hem de bedensel sağlığımız için iyi olacaktır. Tümüyle kendimizi sağlıklı hissetmemiz iş hayatımızı etkileyeceği gibi, çevresel duyarlılığımızı da etkileyecektir. Bu kitabı bitirdiğinizde umuyorum ki sizin de içinizde benzer istekleri uyandırabiliriz.
Değişen çalışma koşullarından bahsetmişken biraz da Pandemi etkisi ile artık farklı iş modellerine olan eğilimlerden de bahsetmek istiyorum.
Konunun ilk kısmında bahsettiğim gibi, çoğu eğitim almış insanın sosyal statüsünde iyi bir yere gelmenin büyük ve kurumsal bir şirkette çalışmaktan geçmesi olduğu yöndeki inancı yüksek. Fakat, Pandemi ile beraber fark ettik ki, hayat kısa, bazen bize beklemediğimiz anda kötü sürprizler yapıp her şeyi yarıda kesebiliyor. Bu yüzden zamanımızın çoğu kısmını başkalarının inandığı amaç uğruna ya da sadece para kazanmak, bir ev ya da araba almak için koşturup durmak biraz kulağa hoş gelmemeye başladı. Tabi bu esnada aslında fiziki koşullara gerek kalmadan bazı iş kollarının global anlamda bile kolaylıkla yürüyebildiğini de keşfettik. Böylece insanların farklı iş modelleri ile kendilerine, farklı hobilerine, sevdiklerine vakit ayırabileceklerini keşfettiler. Tabi burada arkadan yeni nesilin, kurumsal hayatta bile başlayan baskılarının da hakkını yememek lazım. Onlar daha özgür, daha fazla şeyle ilgilenmeye çalışan, baskıcı bir yöneticinin sert sözlerine veya davranışlarına pek de boyun eğmeyip cevabını esirgemeyen kişiler. Çalışma yerlerinde YouTube açılması yasak vs. gibi kuralları olan firmalara artık pek de tahammülü olmayanlar aslında. Gelişmek isteyen ve bir yere bağlı kalmak istemeyen çalışanlar yeni nesil sanal çalışma ofislerini tercih etmektedirler. Son 20 yılda gelişen internet ve gsm teknolojisi farklı ortamlarda çalışmayı giderek kolaylaştırmıştır. Kuşaklarında değişmesiyle birlikte insanlar eski çalışma disiplininden uzaklaşarak çalışma kültürlerini değiştirmeye başlamışlardır.
Son dönemde global problem olan pandeminin de etkisi büyüktür. Uzaktan çalışması imkânsız denebilecek bankacılık sektörü bile koşullar gereği 2 3 ay içerinde uzaktan çalışmaya adapte olmuştur. O yüzden son zamanlarda çok sayıda start-up firmalar, kendi iş girişimlerini kurmak isteyen veya özgürce istedikleri yerden çalışabilecekleri işleri bulmaya çalışan kişi sayısında da yüksek bir artış söz konusu olduğunu hepimiz çevremizden gözlemliyoruzdur. Bu da bizlere paylaşımlı ofis ihtiyaçlarının gün geçtikçe daha da artmaya başlayacağının sinyallerini veriyor. Yeni yerlerde çalışabilmeyi keşfeden ve tek bir yere bağlı kalmak istemeyen insanlar iş yapış modellerinin de değişmesiyle birlikte farklı ortamlarda çalışma ihtiyaçlarını doğurmuştur. Burada ofis kiralama şirketlerinin paylaşımlı ofis uygulamaları devreye girmektedir. Peki paylaşımlı ofisler nedir, ne iş yarar. Freelancer çalışanların ya da şirketi olup ofis maliyetlerinden kaçmak isteyen bireylerin, iş dünyasına yeni adım atmış, yenilikçi çalışanların tercih ettiği bir uygulama halini almıştır. Ofiste yer alan birçok teknolojik özelliğin, çalışma koşulunun, toplantı imkanlarının, posta ve kargo hizmetlerinin, farklı disiplinlerde insanlarla tanışma ve sosyalleşme imkanlarının, toplantılarınızı yapabileceğiniz ve misafirlerinizi ağırlayabileceğiniz imkanların sunulduğu yeni nesil çalışma alanlarıdır. İnternetin olduğu her yerde çalışılabilen bir dünya haline geldiğimiz ve esnek çalışma saatlerine sahip olduğumuzdan ofislere gitmek için trafikte harcanan süre, yorgunluk, stres sonrası iş başı yapmak yerine, farklı ortamlar arayışında Y jenerasyonunu oldukça sorgulatıyor. Çalışanların eski nesil çalışma şekline hitaben Ufuk Tarhan’ın da dediği gibi “iş yapmak için niye o kadar verimsiz, hatta çevreye ve insana zararlı şey yapmak zorundayım ki?” *. Farklı disiplinde olan insanlarla tanışabilme ve projelerinizi geliştirebileceğiniz bir ortam yarattığından Girişimcilik alanında çok faydaları bulunmaktadır. İletişim halinde olarak entelektüel derinliğinizi arttırabilir, farklı kültürlerden insanlarla çalışabilirsiniz.
Tek düze, yıllarınızı geçireceğiniz kapalı ofislerin yerine paylaşımlı ofisleri tercih etmek, diğer tüm konularda olduğu gibi yakın zamanda lüks değil bir ihtiyaç haline gelecektir.
Diğer bir değinmek istediğim nokta da bu şekilde fikir üreten bireylerin ya da farklı sektörlerdeki insanların fikir alışverişlerini sürekli arttırmak istemesi. Pandemi zamanında bunları Podcastler üzerinden yapılması da çok popüler olmaya başladı, ama tabi iş hayatında bir araya gelip sürekli vizyonunu geliştirmek isteyen de çok sayıda insan var. Günümüzdeki kiralık ofislerde işte bu imkana da sahipsiniz. Normal şartlarda kendi özel iş yerinizin ofislerinde de yine iş arkadaşlarınız ile bir araya gelip sohbet etme şansınız yok mu tabi ki var. Ama bir de kiralık ofisleri düşünün. İçeride belki 10-20 farklı sektörden gelmiş insanlar mevcut. Bir kahve molasında karşılaştığınızda ve sohbete başladığınızda hem networkunuz artmış olacak hem de kendinize bambaşka bakış açıları kazandırma fırsatları elde edeceksiniz. Aslında amacımızda olduğu gibi sizleri biraz iş hayatından uzaklaştırarak doğa ile etkileşimimiz hakkında düşündürmek istiyorum. Burada ilk olarak doğaya verdiğimiz zararlardan, sonra da insanların doğaya, yeşil alanlara olan hasretliklerine karşı ne gibi aksiyonlar aldığından bahsedeceğim. Aradaki çelişkiyi siz de okuduğunuzda şaşıracaksınız. Çünkü aslında bir yanda doğanın bize kattığı faydalardan hepimiz farkındayız, ama bir yandan da bazen bilincli bazen de bilinçsiz olarak sürekli ona zarar vermeye devam ediyoruz.
Gelin ilk önce biz doğaya neler yapıyoruz ona bakalım. İlk bulunan fosillere bakıldığında Homo Sapiens yani insanların var oluşu 200 bin yıl öncesine kadar dayanmaktaydı. 2017 yılında Fransız arkeolog Prof. Jean Jacques Hublin’ in ekibinin Kuzey Afrika’ da bulduğu yeni fosiller ise 100 bin yıl daha geri götürmekte. Yani 300 bin yıl. İlk insanların doğayla olan buluşması ne kadar uzun bir süreymiş. Peki şimdi doğa ne yapıyor ya da biz doğaya ne yapıyoruz bilen var mı?
Doğaya daha çok yakınlaşmak için hayatımızda neleri değiştiriyoruz kısmından birazdan bahsedeceğim ama onun öncesinde Şehirler ve İnsanlar arasındaki bağlantıyı da sizlere aktarmak isterim. İstanbul; metrpolleşme olarak 1950 li yıllara kadar geriye gitmektedir. Metropol şehir nüfusu 10 milyonu geçen, kültürel, ekonomik, toplumsal, siyasal açıdan güçlü farkındalıklar oluşturabilecek bir yapıya sahiptir.
Ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. İş olanaklarının fazlalılığı nedeniyle sürekli göç alan şehirler haline gelir. Milyarlarca insan doğup büyüdüğü yerleri terk edip şehirlere yerleşmiştir. 20’nci yüzyılın ortalarında dünya nüfusunun yüzde 30’u büyük şehirlerde yaşarken, günümüzde bu oran yüzde 50’yi çıkmıştır. Kırsaldan kaçış olmasa da büyük yerleşim merkezlerinde nüfus patlaması yaşanıyor. En çok çocuk şehirlerde doğuyor. 2050 yılına kadar dünya nüfusunun yüzde 80’inin kentli olacağı tahmin ediliyor. * İstanbul’daki nüfus 2018 yılında 15 milyon 67 bin 724 olmuştur. * yeni veriler 2024 yılında açıklanacaktır. Şuandaki rakam bile şehrin kapasitesinin oldukça üstünde, bunu her gün işe giderken ya da sokağa çıktığımızda fark edebiliyoruz. Kalabalık olmasıyla beraber problemlerde ortaya çıkıyor. Alt yapı sorunları, kalabalık, doğal alanların yok olması, trafik, hava kirliliği, gürültü… liste uzayıp gidebilir.
Çalışma hayatından kaynaklı insanların metropollerden uzaklaşamaması ve yeni iş fırsatları gören genç neslin şehirlere göçüyle iyice nüfus artacaktır. Kentlerde sıkışan insanların doğaya olan ihtiyacını karşılayabilecek kaçamak olarak tabir edilen alanlar dışında hiçbir yeri kalmamıştır. Sadece gezme olarak gidilebilecek olan bu yerler maalesef ki o alanlarında şehirden kaçmak isteyen insanlarla dolup taşmasına neden oluyor. Bu kadar kalabalık bir şehirde insanlar neden birbirini tanımıyor, insan olmadığından mı? Tabiki hayır.
Kentin koşuşturmasında o kadar çok kendini kaptırıyor ki, birkaç arkadaşının dışında görüşebileceği kimse yokmuş gibi. Yabancılaşmaya en büyük örneklerdendir metropoller. Sürekli bir telaş, sürekli bir koşuşturmayla geçiyor hayat. Kendine ayırabilecek vakti kalmıyor ve kendince vaktini verimli kullandığını sanıyor. Fiziki problemlerin yanında en büyük problemlerden biri de budur. Metropol kendi sakinlerini öylesine yüksek hızda, doygun yeğinlikte ve ani dalgalanmalarla uyarır ki, insanların “sinir uçlarını yırtacak raddeye kadar zorlar,” artık onları belli eşiklerin ötesindeki hızlara, değişimlere, farklılıklara tepki veremez hale getirir. *
Çalışma imkanlarının metropoller dışında farklı şehirlerde daha zor olduğu düşünüldüğünde yapacak bir şey yokmuş gibi duruyor ama öyle değil, insanlarla iletişimi koparmadan çalışabilecekleri farklı ortamlar yatarak ortama ayak uydurabileceklerdir.
Şimdi gelelim yukarıdaki kısımlarda da bahsettiğim gibi doğanın bizim üzerimizde ne gibi etkileri olduğu aslında. Eminim çoğumuzun zaman zaman büyük şehirlerdeki yoğunluktan bıkıyoruz, bir yere nefes almaya bile gitmek istediğimiz zaman önce saatlerce trafikte zaman geçirmek zorunda kalıyoruz. Belki yorgun değilken bile yoruluyoruz ya da stresli değilken bile strese giriyoruz ve bunlar geri kalan tüm hayat meşgaleleri, sıkıntıları içerisinde bizi giderek yoruyor. Bir de tabi giderek artan nüfusların getirdiği hava kirliliği, beslendiğimiz gıdaların tüm dünyadaki arzın çok yüksek oranlarda artmasından dolayı ilaçlama yöntemleri ile daha hızlı yetiştirmek amacı ile giderek kimyasal içerikler olması.
Bizlerin belki yaşam sürelerinin insanlık tarihine baktığımızda giderek arttığını görsek bile hem zihinsel hem de fiziksel olarak ne kadar kaliteli yaşadığımız kocaman bir soru işareti. İşte insanlar da son zamanlarda bu gibi düşüncelerin ve koşulların giderek artmasından dolayı farklı arayışlar içine girdiler. Eminim sizler de ya çevreniz de ya da televizyon programlarında uzun yıllar şehirlerde yaşadıktan sonra tüm yaşamlarını değiştirerek daha kırsal alanlarda yaşamayı tercih eden insanların hikayelerine denk gelmişsinizdir.
Fakat bir yandan da bunun hayalini kurup gerçekleştirmek için ya emekliliğini ya da hayatının geri kalanını idame ettirebilmek için para biriktirmeyi ya da çocuklarının okullarını bitirmesi gibi konuları bekleyen de birçok insan var. Belki şu an eğer öyle bir hayatı seçer ise sosyalleşmekten, büyük şehirlerin sunduğu tüm avantajlardan, ailelerinden, çevrelerinden uzaklaşmak istemediği için bu düşünceyi bir kadeh şarabını içerden sadece içinden geçirip kalan insanlar da mevcut. Çünkü yaşam ve onun getirdiği tüm farklılıklar bizi bir karar vermeden önce ince eleyip sık dokumaya itiyor, itmek de zorunda. Ve bizler de ne yazık ki her hayalimizi gerçekleştiremeyip bazen sadece bizi rahatlatacak ucundan da olsa bize o hayalimiz ile benzer duyguları hissettirebilecek alternatiflere yönlenmek zorunda kalıyoruz.
Belirli köklerimizden, bu zamana kadarki alıştığımız alışkanlıklarımızdan kopmamak için bazen mevcut sisteme ayak uydurmak zorunda kalıyoruz. Bizim de tam olarak burada insanların hayatlarına dokunmak istiyoruz. Eğer belirli koşullardan dolayı kendinizi tam anlamı ile doğada bulamıyorsanız, en azından içeriği olarak zaten stresli ve yorucu olan iş süreçlerinizde biz sizlere nefes aldırarak çalışmanıza imkân sağlamak istiyoruz. Böylece hem şu anki hayatlarını bırakmak istemeyen ya da bırakamayan insanlara yeni bir alternatif sunmayı planlıyoruz.
Bu vesile ile kitabın son aşamasında yukarıda bahsetmiş olduğum tüm konuları da bir araya getirerek, biz neyi, nasıl yapmak istiyoruz. İnandığımız değerlerimiz neler, hangi amaç doğrultusunda ilerliyoruz bunları özetleyeceğim.
Aslında ana amacımız ile ilgili size bazı ipuçları vermiştim, fakat kısa özetlemek gerekir ise, bildiğimiz gibi bir çoğumuz kalabalık şehirlerde yoğun iş temposu altında, sınırlı vakitlerde günümüzün çoğunu kapalı alanlarda geçirmek zorunda kalıyoruz. Kimi zaman geliyor, hafta sonu bile doğa ile iç içe olmaya vakit bulamıyoruz. OfficeYard olarak, amacımız yoğun ve stresli olan çalışma günlerinde çalışanların doğa ile iç içe olup hem işlerini yönetebilmeleri hem de kendilerini doğanın ritmine kaptırmalarını sağlayarak daha sağlıklı bir çalışma ortamı sunmak.
Markamızın buradaki ana vaadini bir cümle ile özetlemek gerekir ise; Vizyonunu Yeşert ve Çalışma ofisini yeniden hayal et!
Sosyal olarak da Doğa ve Ekolojinin bizlerin varoluşu için elzem olması ve insanların günümüzdeki hayat koşulları sebebi ile doğadan uzaklaşmak zorunda kalmamasına, istedikleri özgürlüğü yakalamalarına hakları olduğuna inanıyoruz. Bütün bu amaçlarımızı da size Ekolojik çalışma ofisleri, Hibrit çalışma sisteminin artmasıyla ve paylaşımlı ofis ihtiyacı olan çalışanlara gerekli altyapıyı sunarak doğa içerisinde bilgisayarlarını alıp çalışabilecekleri, toplantılarını açık havada yapabilecekleri, aktiviteler ile entelektüel derinliklerini arttırabilecekleri hava kirliliğinden uzaklaştırmaya yönelik yeni ofis anlayışı sağlayarak yapmayı planlıyoruz. Özet ile sizlere; gerekli alt yapılara sahip ofislerde hibrit çalışma imkânı, farklı sektörlerdeki çalışanlar ile etkileşim kurma fırsatı, doğa içerisinde stresten uzaklaşma ve bol oksijen ile daha sağlıklı bir çalışma ortamı, kapalı ofisler yerine açık alanları seçerek ekoloijiye pozitif etki sağlama, eğlendirici ve öğretici farklı alanlarda workshoplara katılma imkanı sunmak istiyoruz.
Dünyada bir ilki gerçekleştirip şirketlerin ve bireylerin bungalov evlerinden çıkıp çalışabilecekleri doğal bir ortam yarattık. Oluşturulan açık hava ofislerinde ve yaşam alanlarında; sabahları horoz sesleriyle uyanmak, temiz havada sabah sporunuzu yapıp doğal besinlerle kahvaltınızı yaptıktan sonra kuş sesleri içerisinde işinize başlamak, toplantılarınızı orman içerisinde parkurlarda yürüyerek yapmak istemez misiniz.? Kapalı ofislerde çalışarak geçen 6 aylık süreyi kısaltmak istemez misiniz.?
Biz tatil köyü değiliz. Ekolojik ofislerde insanın üretme isteğine cevap verebileceği gibi kurulan ICT sistemleriyle birlikte işiniz için gerekli alt yapıyı da sağlıyoruz. Doğa içerisinde laptoplarınızla çalışabilir, açık havada projeksiyonlarla sunumlarınızı yapabilirsiniz. Ekip ruhu ve motivasyonunuz için doğada çalışarak bir gün geçirin.
Biz, çalışanların işlerinde farkındalık yaratabilecekleri ortamlar yarattık,
Biz, bir gün herkesin “Bugün Ofisimiz OfficeYard” diyerek doğada çalışmak isteyeceklerine inanıyoruz.
Gelin farkı anlayın.!
Bir yanıt yazın